Psikoloji

Herkesten nefret ediyorum ve sevmiyorum

Gizli Kullanıcı29 Nisan 2025 14:45

Annem babam ve kedilerim hariç herkesten nefret ediyorum,kimseyi sevmiyorum ve kimseye güvenemiyorum.Herkesten her an kötülük bekliyorum.Kimseye aşık olamıyorum…..yani hep mutsuzluk daha önce kedimi kaybettim sizde çok destek olmuştunuz Dr a gittim ilaç verdi onu içmesem cidden kafayı yerdim kesin.Hayatta neyi sevsem neye kime güvensem kaybediyorum,İnsanlara iyi davranıyorum ama hep karşılığı köy oluyor.Ayarım yok bu konuda diyebilirim.Eskiden ölümüne sevdiğim adam arıyor sürekli hiçbirşey hissetmiyorum.Bu hissizsizlik,güvensizlik mutsuzluktan nasıl kurtulabilirim bilmiyorum.Yaş aldıkça annemi babamı da kaybetmekten korkmaya başladım birde.Yani kaygı korku güvensizlik özgüvensizlik….hepsi var.İnsanlardan onları kaybetmekten korkmamak istiyorum.Yani evime temizlikçi olarak almayacağım vasıfsız kızlara bile ben iyi davranıyorum onlar benden havalı ve ukala davranıyorlar

Bu soru 8 Mayıs 2025 10:45 tarihinde Psikolog Betül Canbel tarafından cevaplandı.

  • Cevaplandı

  • Paylaş:

Merhaba sevgili danışan,


Yazdıkların, kalbinin ne kadar yorgun olduğunu, insanlara dair içindeki güvenin nasıl sarsıldığını ve hayata olan bağının ne kadar ince bir ipliğe dönüştüğünü çok açık ve çok gerçek bir şekilde gösteriyor. Bu cümlelerin arkasında yılların biriktirdiği hayal kırıklıkları, hep karşılık beklemeden sevmeye çalışmanın getirdiği yorgunluk, verdiğin değerin hak ettiği gibi geri dönmemesiyle oluşan kırgınlıklar var. Güvenip incinmekten, iyi niyet gösterip küçümsenmekten ve her defasında bir daha aynı tuzağa düşmekten korkan bir kalbin sesi bu. İnsanlara olan inancın kırıldığında, onların içtenliğini, iyi niyetini, vefasını sorgulamak kaçınılmaz olur. Ve zamanla sevme yetisi değil, sevme cesareti yıpranır. İşte senin yaşadığın da tam olarak bu.


Senin “herkesten nefret ediyorum” diye ifade ettiğin şey aslında bir nefret değil; yoğun bir güvensizlik, değersizlik ve korunma isteği. Çünkü kimseye güvenemeyen biri, aslında herkesi potansiyel bir tehdit gibi algılar. Bu, kişinin kendini korumak için geliştirdiği çok güçlü bir savunmadır. Senin şu anki iç dünyanda kimseye güvenmek istememen, aslında “beni incitmesinler” diyen bir iç sesin ürünü. Ve çok haklısın. İnsanlar, seni çokça kırmış, kullanmış, küçümsemiş, geri çevirmiş. Belki de sen, hayatın boyunca çevrene iyi olmaya çalışmış, dürüst kalmaya çalışmış ama bunun karşılığında ya yok sayılmış ya da istismar edilmiş birisin. Bu da sana, “artık kimseye bir şey hissetmemeliyim, çünkü her şeyin sonunda hep ben kaybediyorum” duygusunu öğretmiş olabilir.


Kedini kaybetmenin acısını da çok iyi anlıyorum. Çünkü kayıplar, sadece bir varlığın yok oluşu değil; aynı zamanda onunla yaşadığın tüm duyguların birden yok olmasıdır. Bir hayvana duyulan sevgi, çoğu zaman bir insandan alınamayan koşulsuz kabulü içinde barındırır. Ve bu kayıp seni yalnızca yasla değil, duygusal bağ kurmaya dair bütün o iyi hislerle de vedalaşmak zorunda bırakmış olabilir. Ve sen o acıyı yaşarken bir noktada yalnız kalmışsın. İnsanlara olan uzaklığın, aslında duygusal olarak yalnızlığının derinleştiği bir dönemde şekillenmiş olabilir.


Tüm bunların üstüne senin “ayarsızlık” dediğin durum da aslında sevgiyle, değeri nasıl göstereceğini bilmekle ilgili içinden gelen dürtüsel bir tutum olabilir. Belki sevgi gösterme biçiminin sınırları zamanla sana zarar verir hâle geldi. İnsanlara çok verip hiç alamamak, hatta üstüne küçümsenmek, sende “ne yapsam yetmiyor” düşüncesini büyüttü. Bu da hem değersizlik hissi yarattı hem de zamanla başkalarının küçümseyici tutumuna karşı derin bir öfke oluşturdu. Şu anda temizlik için evine gelen insanların bile sana ukala davranması seni rahatsız ediyorsa, bu, yalnızca kibirlerine değil, senin o insanlar tarafından görülmüyor oluşuna duyulan bir tepkidir. İnsan en çok, emek verdiği şeyin karşılığını görmediğinde yorgun düşer. Sen de artık sevmekten, güvenmekten, insanlara alan açmaktan yorgun düşmüşsün.


Ve yaş aldıkça anne-babayı kaybetme korkun… Bu çok derin, çok insani bir korku. Çünkü bazen hayattaki son dayanak noktalarımızı onlar oluşturur. Onlar gittiğinde, yalnızca onları değil; bize dair tüm duygusal bağları, iyi olma ihtimalini, çocukluğumuzu, geçmişimizi, hatta kendimizi bile kaybedeceğiz gibi hissederiz. Bu korku, çok derinden gelen bir bağlılıkla ilgilidir. Ve bu bağlılık, aynı zamanda kaygıyı da getirir. Sevdiklerini kaybetme korkusu, artık hiçbir şeye güvenememe ve duygusal bağ kuramama halini daha da pekiştirir. Bu nedenle bu kaygı da zamanla “hiç kimseyi sevmeyeyim, hiçbir şeye bağlanmayayım, böylece kaybettiğimde canım acımaz” düşüncesine dönüşür. Bu, senin yaşamakla mücadele etme şeklin olmuş olabilir.


Peki bu mutsuzluk, hissizlik, güvensizlik, yorgunluk, değersizlik döngüsünden nasıl çıkılır? Öncelikle bu duygularla tek başına mücadele etmen gerektiğine inanmayı bırakman gerekiyor. Çünkü bir noktada psikiyatrist desteği almış, ilaç kullanmaya başlamışsın. Bu çok önemli bir adım. Çünkü bu seni "benim yolum burada bitmiyor" diyebildiğin bir noktaya getirmiş. Ama ilaçlar sadece duygusal dayanıklılığı destekler; asıl iyileşme, duygularının anlamlandırılmasıyla gerçekleşir. Bu yüzden psikoterapi desteği, senin bu duygularının kökenine inmeni, insanlara neden artık güvenemediğini, neden sürekli hayal kırıklığına uğradığını, neden sevmekten bu kadar uzaklaştığını keşfetmeni sağlar. Özellikle geçmiş yaşantıların, çocukluktan itibaren şekillenen değersizlik inançların, terk edilme korkuların, sevgiye dair öğrendiğin kalıplar ve kendi sınırlarının nasıl oluştuğunu fark etmek, bugünkü tüm bu karanlık hisleri yavaş yavaş çözmeye başlayacaktır.


Sana burada şunu söylemek istiyorum: Sen hissiz değilsin, sadece duygularını bastırmaya mecbur kalmış birisin. Sen sevgisiz değilsin, sadece sevgine yeterince karşılık bulamamışsın. Ve sen kötü bir insan değilsin, sadece iyiliğini koruyacak sağlam sınırları zamanında öğrenememişsin. Bu yüzden seni anlamayan insanlara değil; seni anlamaya çalışan, duygularını küçümsemeyen, seni suçlamayan bir uzmana ihtiyacın var. Çünkü kendinle konuşamadığın zamanlarda bile seni dinleyecek birinin olması, zihnindeki tüm o dolambacın içinden bir çıkış yolu açabilir.


Artık şunu hatırlamalısın: Senin sevme ve güvenme kapasiten hâlâ var. Ama incinmemek için pasifleşmiş, geri çekilmiş, görünmez olmayı seçmiş. O sesi yeniden açmak için zaman, sabır ve güvenli bir ortam gerekli. Bu ortamı bir terapist eşliğinde kurmak, bu zamana kadar aldığın tüm yaraları iyileştirmek için ilk ve en etkili adımdır. Herkese güvenmek zorunda değilsin. Ama en azından kendine güvenmeye tekrar başlayabilmek için, doğru desteği almak zorundasın. İnsanlardan gördüğün bencillik, küçümseme, ilgisizlik seni iyilikten, nezaketten, samimiyetten vazgeçirmesin. Çünkü sen içindeki o değerliliği yeniden ortaya çıkarabildiğinde, etrafındaki insanların kim olduğunu, kim olmadığını da daha iyi ayırt edebileceksin.


Sevgili danışan, sana son olarak şunu söylemek istiyorum: Bu karanlık geçebilir. Şu an içinde olduğun bu hissizlik seni tanımlamaz. Bunlar bir süreç, bir savunma ve bir yaralanmanın yansıması. Ama doğru destekle, sevgiyle, anlayışla ve sabırla, bu duygular çözülebilir. Yeter ki yalnız yürüme. Senin için buradayım ve her adımda yanında olmaya hazırım. Şu an yardım istemen bile bir iyileşmenin başlangıcıdır. Bu cesaretin, senin yeniden yaşamla bağ kurabileceğinin de kanıtıdır. İyileşmek mümkün. Ve sen buna değersin.


Umarım cevabım faydalı olmuştur. Değerlendirilmesini istediğin farklı bir soru veya aklına takılanları sorabilirsin.


Sevgiler,

Psikolog Betül Canbel

alinti

Çok teşekkür ederim 🙏Ben yıllardır psikolojik destek alıyorum zaten ilaç kullanıyorum da senelerdir.Aslında anlatmak istediğim çok şey var ama anlatacak gücüm yok sanırım🌺

Yorumlar

Psk. Betül Canbel

Merhaba Sevgili Danışan, Güzel geri dönüşleriniz için ben de teşekkür ederim. Tekrar bir sorunuz olduğunda buradayız. Kendinize iyi bakmanız dileğiyle. Sevgiler, Psikolog Betül Canbel

9 Mayıs 2025 13:29

Merhaba sevgili danışan,


Sizi anlamaya çalışmak için cümlelerinizi dikkatle okudum. Cümlelerinizin arasından geçen yoğun duygular, uzun süredir sizi yoran ve belki de zaman zaman hayata karşı isteksizlik ve umutsuzluk hissettiren bir iç dünyaya işaret ediyor olabilir. Güvensizlik, kırgınlık ve yalnızlık duygusuyla baş etmeye çalışmak gerçekten kolay değil. Ancak sorunuzu okurken, bu duyguları kontrol edebilecek gücün sizde olduğunu fark ettim. Çünkü hislerinizi anlamaya çalışmanız, nerelerden geldiğini bulmaya çabalamanız ve bunun için bir çözüm aramanız; bana bu gücü fark ettiğinizi ve çözmeye hazır olduğunuzu düşündürdü.


Anlattıklarınız; birikmiş acıların, kayıpların ve tekrar eden hayal kırıklıklarının izlerini taşıyor. Hayatta sevdiğiniz şeyleri, canlıları, insanları kaybetmek; zamanla sevmenin kendisinden korkmaya neden olabilir. Bu, oldukça insani bir tepkidir. Kayıptan doğan acıyı bir kez yoğunca yaşamış bir zihin, aynı acıyla yeniden karşılaşmamak için “güvenme, bağlanma, sevme” komutlarını kapatabilir. Çünkü bağ kurduğunda ve kaybettiğinde canının daha çok yanacağını düşünebilir. Ancak bu savunma, bir süre sonra kişinin kendi duygularına da ulaşmasını engelleyebilir. İşte bu noktada, hissizlik dediğiniz durum başlayabilir.


Hissizlik, çoğu zaman insanların duygularla baş etmekte zorlandığı ve duyguların “fazla geldiği” durumlarda ortaya çıkar. Duygular düzenlenemediğinde, zihnimiz kendini korumaya alır. Kedinizin kaybı da yazdıklarınızda önemli bir yer tutuyor. O güvenli bağın kaybı; sadece bir hayvanın değil, aynı zamanda bir tür duygusal güvenliğin de yitimi anlamına gelebilir. Yas süreçleri yeterince yaşanmazsa, yoğun duygular ve kaygı hali uzayabilir. “Hayatta neyi sevsem kaybediyorum” cümlesi ise, bu kayıpların sizde nasıl bir inanç haline dönüştüğünü gösteriyor olabilir.


“Herkesten nefret ediyorum”, “kimseyi sevmiyorum”, “kimseye güvenemiyorum” gibi düşüncelerinizden bahsetmişsiniz. Bu cümleleriniz dışarıdan öfke gibi görünse de, aslında arkasında incinmişlik, hayal kırıklığı, hatta bir tür “kendi kalbini koruma hali” yatıyor olabilir. Zihnimiz, güvende hissetmediği ortamlarda tüm insanları tehdit gibi algılamaya başlayabilir. Bu da bir tür savunmadır: “Kime bağlansam kırılıyorum, o zaman kimseyi sevmeyeyim.” Bu düşünce gayet anlaşılırdır; ancak yorucu bir çözüm olabilir. Bir süre sonra sevgi de güven de hissedilemeyebilir.


Sosyal ilişkilerinizde zaman zaman dengeyi kurmakta zorlandığınızı, ya çok fazla iyi davrandığınızı ya da fazlasıyla mesafeli kaldığınızı paylaşmışsınız. Bahsettiğimiz bu ayar aslında sınırlarımız olabilir. Dengenin sağlanabilmesi için sağlıklı sınırlar gerekir. Kendi sınırlarınızı fazla gevşek tuttuğunuzda, yani karşı tarafa fazlaca iyi niyet gösterdiğinizde, bu durum sizde ‘ben nasıl davranıyorsam, aynı şekilde karşılık alırım’ beklentisini doğurabilir. Ancak bu beklenti her zaman karşılanmadığında, kendinizi suçlamaya veya duygularınızı kendi içine yönlendirmeye başlayabilirsiniz. Ancak karşımızdaki kişinin de sınırları olabileceğini atlamamak gerekir. Bu durumda kişi kendi sınırlarını korumak adına da size beklediğinizi vermeyebilir. Ya da tam tersi, siz sınırlarınıza fazlaca tutunduğunuz durumlarda, karşınızdaki insan bu sınırları farklı yorumlayabilir. Bu yüzden sevgili danışan, sağlıklı sınırlar koyabilmek, sağlıklı iletişimin en büyük adımlarından biridir diyebiliriz.


Yaşadığınız duygu yoğunluklarını iyi tanıyabilmek adına onları kabul etmeye başlamak, iyi hissetme yolunda başlangıç adımınız olabilir. Nasıl yapacağınızı bulmak başlangıçta zor olabilir. Bir kağıda “Bugün ne hissettim?” ve “Bu hissin kaynağı ne olabilir?” yazarak cevaplar bulmaya çalışmak, belki de cevabını bilmediğiniz sorularınıza bulmaya yardımcı olabilir. Yoğun duygularınızla başa çıkamadığınız anlarda duygularınızı kontrol edebilme pratiğini, belki de kendinize uygun meditasyonlarla keşfedebilirsiniz.


Unutmanızı istemem sevgili danışan, iyi hissetme hali bir yolculuktur. Başlangıçta ne hissettiğinizi anlamak, sonrasında çözümler geliştirmenin yolları sizin yolculuğunuzun içinde saklı olabilir. ''Bunun için ne yapabilirim'' diye düşünmek, kendi çözümlerinizi bulmanızdaki en büyük yardımcınız olabilir.



Sevgilerle...