Betül Canbel

Psk. Betül Canbel

İzmir

Bilişsel Davranışçı ve EMDR Tekniği

4.9
(172 Yorum)

Uzman Hakkında

Merhaba! Uşak Üniversitesinde Psikoloji lisans eğitimimi tamamladım. Mezuniyetimden bu yana ergen ve yetişkinlerle çalışıyor, bireylerin kendilerini keşfetmelerine ve yaşam kalitelerini artırmalarına yardımcı oluyorum.

Eğitim

  • Uşak Üniversitesi - Lisans

Seminerler / Konferanslar (Sertifikalar)

  • EMDR Eğitimi
  • Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimi
  • Evlilik ve Çift Terapisi Eğitimi
  • Minfulness Teknikleriyle Psikoterapi
  • Oyun Terapisi
  • Yetişkin Psikoterapisinde 12 Test
  • Çocuk ve Ergenlerde Bilişsel Davranışçı Terapi

Uzmanlık Alanları

Öfke Yönetimi
Tükenmişlik
Yetişkin Psikolojisi
Özgüven Problemleri
Motivasyon Sorunları
Duygular
Uyum Sorunları
Yalnızlık
İletişim Problemleri
Mükemmelliyetçilik
Stres
Erteleme Davranışı
İlişki Sorunları
Mindfulness/ Farkındalık
Evlilik ve Evlilik Öncesi Konular
Aldatılma
Duygusal Yeme
Sınav Kaygısı
Zaman Yönetimi
Kariyer Rehberliği

Çalışma Ekolleri

  • Bilişsel Davranışçı Terapi
  • EMDR Tekniği

Cevaplar (474)

Merhaba Sevgili Danışan,Öncelikle sorunuz için teşekkür ederim. Okurken ne kadar yorulduğunuz, kırgınlığınız ve çaresizliğiniz çok net hissediliyor. Sekiz yıl, iki çocuk, emek, sabır ve hep “denedikleriniz” var ortada; bunların karşılığında duygusal yakınlık beklemek, iltifat ve samimiyet istemek gayet doğal. Bunu istemek “fazla” değil, insanı insan yapan, ilişkiyi canlı tutan şeylerden biridir. Sizin anlattığınız döngü - siz yakınlaşıyorsunuz, eşiniz duvar moduna geçiyor, sonra yine bir soğukluk - klasik bir kaygılı-kaçınan dinamiğinin işaretlerini taşıyor: biri (siz) duygusal bağ kurmaya ihtiyaç duydukça yaklaşır, diğeri (eşiniz) karşısındaki yakınlık ihtiyacını tehdit ya da bunaltıcı bulup geri çekilir. Bu döngü sürdükçe siz daha ısrarcı ve talepkar olabilirsiniz, o ise daha kapanır; böylece her ikiniz de daha yorgun ve yalnız hissedersiniz. Bu basit bir “kötü niyet” meselesi değil; çoğu zaman öğrenilmiş tepki, duygusal regülasyon güçlüğü veya empati pratiğinin düşük olduğu bir modelden geliyor. Ne var ki sonuç sizin için aynı: sürekli hissizlik, hayal kırıklığı ve içsel öfke. Bu durumda öncelikli hedefler şunlar olabilir: 1) duygusal aşırı uyarılmanızı azaltmak - yani sizin daha sakin, daha dengeli bir yerden hareket etmeniz, 2) iletişiminizi daha etkili hâle getirmek eşinizi savunmaya itmeden ihtiyaçlarınızı iletebilmek, 3) sınırlar koyup somut adımlarla değişimi denemek, ve 4) çocuklar açısından daha güvenli bir ortam korumak. Günlük olarak kendinizi sakinleştirecek küçük uygulamalarla başlayın. Kalbiniz çarpınca veya öfke yükselince derinden 4-6 nefes alın, 5–10 dakika yürüyüş yapın, kas gevşetme egzersizi uygulayın ya da kısa bir farkındalık meditasyonu yapın. Bu tür basit regülasyon teknikleri, dürtüsel tepki vermenizi engeller -yani “anında bağırma / suçlama” döngüsünü kırar. Bunu bir görev gibi düşünmeyin; duygusal kontrolünüzü geri almak, hem kendinizi hem de çocuklarınızı korur. Suçlayıcı cümlelerle (Sen hep…, Sen hiçbir zaman…) başlamayın. Bunun yerine ben dilini kullanın: “Bazen seninle konuştuğumda bana soğuk davranıldığını hissediyorum; bu beni çok yalnız hissettiriyor. Akşam yemeğinden 20 dakika önce sadece ikimizin olacak bir sohbet zamanı ayırabilir miyiz? Sana ihtiyacım var. ” Kısa, somut, belirli bir talep içeren bir istek en etkili olandır. Ne istediğinizi net söyleyin ve mümkünse bir zaman önerin. “Sadece bana 15 dakika bakar mısın?” gibi küçük istekler karşı tarafın savunmasını azaltır. Eğer eşiniz aynı duvara devam ediyorsa, “sınır-deneyi” uygulayın. Örneğin üç ay boyunca haftada bir kere ‘çift konuşma’ oturumu yapmak konusunda ısrar edin ve bunun dışındaki zamanlarda kendi duygu bakım rutininizi uygulayın. Bu dönemi kendi gözetiminiz altında küçük deneylerle sınırlayın - hedef “her şeyi değiştirmek” değil, önceki dinamizi gözlemlemek ve küçük, ölçülebilir değişiklikler talep etmektir. Eğer üç ay sonunda hiçbir çaba yoksa veya eşiniz katılmıyorsa sizin için karar verme sürecini başlatabilirsiniz; çünkü değişime tek taraflı bağlı kalmak sürdürülebilir değildir. Çift terapisine gitmeyi nazikçe önerebilirsiniz. “Bizim için bir profesyonelle oturup bu döngüyü konuşmak istiyorum; bunu denemek ister misin?” Eğer eşiniz istemezse, bireysel terapiye gidin - sizin içsel yükünüzü azaltmak, öfke ve kaygıyı yönetmeyi öğrenmek, ayrılık/kalmayla ilgili net kararlar almak için bireysel destek çok güçlüdür. Terapide ayrıca iletişim becerileri, sınır koyma, öfke regülasyonu üzerinde çalışırsınız. Bu çocuklarınız için de önemli: anne modellemesi çocuğun duygusal zekâ gelişimini etkiler. Çocuklar konusunda, onların önünde büyük çatışmalardan kaçının. Çocuklar yetişkin ilişkilerinin “tanığı” olur; sık öfke patlamaları veya duygusal iniş-çıkışlar onların güven duygusunu zedeleyebilir. Onlara güven duygusu verecek sabit rutinler, kısa olumlu konuşmalar ve yaşlarına uygun açıklamalar (ör. “Anne ve baba bazen üzgün oluyor, ama ikimiz de onları seviyoruz ve senin için buradayız”) daha sağlıklı olur. Eşinizle yüzleşmeniz gerektiğinde, çocuk odaklı bir dil kullanmak - “Bunu çocuklarımız için çözmemiz gerekiyor” - eşinizi harekete geçirebilir. Eğer kendinize “ayrılık düşüncesi” tekrarlıyorsa, bunun sebeplerini somutlaştırın: hangi davranışlar tolere edilemez (duygusal ihmal, aşağılama, fiziksel/duygusal şiddet vb. )? Hangi alanlarda değişim görmeniz gerekir ve bunu kanıtlayacak somut göstergeler neler olmalı? Bir “sözleşme” yapabilirsiniz: örneğin “3 ay boyunca haftada en az 1 saat göz göze konuşma, telefon/mesajlara yanıt oranı konusunda karşılıklı mutabakat, gerektiğinde çift terapisine gitme” gibi. Bu, belirsizlikleri azaltır ve eşinizin gerçekten çaba göstermesini gerektirir. Değişim olmuyorsa, kendi sınırlarınızı uygulamak (ayrılık hazırlığı, ayrı bir oda, ekonomik adımlar) sizin seçiminiz olmalı - bu bir cezalandırma değil, kendi ruh sağlığınızı koruma kararıdır. Öz-şefkat pratiği çok önemli. “Ben de yorgunum, ben de sevilmek istiyorum” diye kendinize izin verin. Kendinize kızdığınızda, bir arkadaşınıza söyleyeceğiniz nazik cümleleri kendinize söyleyin. Bu, suçluluk ve öfke döngüsünü azaltır. Son olarak, karar verme sürecinde yalnız olmayın: güvendiğiniz bir yakınla, bir psikologla veya terapistle düzenli görüşün. Büyük kararlar (ayrılık vs. kalma) duygusal yük altındayken yanlış yönlendirici olabilir; profesyonel destekle hem kendinizi hem çocuklarınızı koruyacak adımlar planlamak daha sağlıklıdır. Sizi çok yorduğunu anlıyorum; sekiz yıl, iki çocuk ve sürekli yalnız hissetmek kolay değil. Ama küçük, uygulanabilir adımlarla durumu değiştirebilirsiniz: önce kendi regülasyonunuzu güçlendirin, sonra iletişimi yumuşak başlangıçlarla deneyin, net sınırlar koyun ve gerekirse profesyonel destek alın. Değişim tek seferde gelmez; ama siz istikrarlı, sakin bir tutum sürdürdükçe hem eşinizin sınanma olasılığı yükselir hem de sizin neyi kabul edip neyi edemeyeceğiniz netleşir. Bu süreçte kendinize nazik davranın- siz de sevilmeye, saygı görmeye layıksınız. Umarım cevabım faydalı olmuştur. Değerlendirilmesini istediğiniz farklı bir soru veya aklınıza takılanları sorabilirsiniz. Sevgiler,Psikolog Betül Canbel

Devamını Oku...

Merhaba Sevgili Danışan, Yazdıklarınızı dikkatle okudum ve hissettiğiniz duygunun ne kadar yoğun, ne kadar yıpratıcı olduğunu derinden anlayabiliyorum. Sevgili evladınız gibi gördüğünüz kedinizi kaybetmek zaten başlı başına çok ağır bir yas süreci iken, üzerine hem kendinizi suçlamanız hem de kızınıza söylediğiniz yalanın vicdan azabıyla baş etmeye çalışmanız bu yükü daha da ağırlaştırmış. İlk olarak şunu bilmelisiniz: yas, belirli aşamalardan oluşur ve bu aşamalar kişiden kişiye farklı uzunlukta yaşanabilir. İlk günlerde şok ve inkar gelir. Siz de “olmaz, çıkamaz” diye düşünmenize rağmen o an balkona bakıp gördüğünüzde yaşadığınız travmatik şok bu aşamaya örnek. Sonrasında büyük bir acı, yoğun ağlama, çaresizlik, “keşke”lerle dolu bir sorgulama dönemi başlar. Şu an tam da bu aşamadasınız. Zihniniz sürekli “neden böyle oldu, ben neyi gözden kaçırdım, nasıl fark etmedim?” sorularıyla meşgul. Bu aslında beyninizin kaybı anlamlandırmaya çalışmasıdır. Çünkü sevdiğimiz birini kaybettiğimizde zihnimiz mantıklı bir açıklama arar ama çoğu zaman bulamaz. Vicdan azabınızla ilgili ise kendinize şunu sormanızda fayda var: O minik dostunuza yaşamı boyunca nasıl davrandınız? Ona sevgisiz mi davrandınız, ilgilenmediniz mi, ihmal mi ettiniz? Hayır, tam tersine tatillerinizi bile ona göre planlayacak kadar değer verdiniz. Onun evde yalnız kalmaması için çaba gösterdiniz, onu bir evladınız gibi sahiplendiniz. Yani sizden gördüğü şey sevgi, ilgi ve bağlılıktı. Bu da demek oluyor ki kaybın sorumluluğu sizde değil, hayatın bazen öngörülemez şekilde getirdiği kazalarda. Bununla yüzleşmek çok zor, ama gerçek bu. Kızınıza söylediğiniz yalan ise aslında bir koruma refleksi. Çocuğunuzu travmadan korumak, kalbini daha az kırmak için o an böyle bir yol seçtiniz. Bu noktada niyetinizin kötü olmadığını, sadece bir anneyi koruma güdüsünden kaynaklandığını kabul edin. İleride uygun bir zamanda, daha güçlü hissettiğinizde ve kızınızın da yaşı olgunlaştığında bunu açıklayabilirsiniz. Şu an için önemli olan sizin yasınızı sağlıklı yaşamanız. Normal hayata dönmek, kaybı unutmak değil; acıyı kabullenerek yaşamın devamına uyum sağlamaktır. Onun fotoğraflarından küçük bir albüm yapabilir, özel bir köşe hazırlayabilir, birlikte yaşadığınız güzel anıları yazabilirsiniz. Bu, kaybı yok saymak yerine onurlandırarak hatırlamanıza yardımcı olur. “Ağlamamalıyım, güçlü olmalıyım” gibi baskılar kurmayın kendinize. Ağlamak, özlemek, üzülmek çok doğal. Yasın en sağlıklı yolu, duyguları bastırmadan yaşamak. Her gün küçük sorumluluklarla hayata bağlanın. Örneğin sabah kahvaltınızı hazırlamak, kısa bir yürüyüş yapmak, kızınızla sohbet etmek gibi. Bu küçük adımlar zamanla hayatınızı tekrar düzene sokar. Eğer uyku bozukluğu, iştahsızlık, yoğun suçluluk duygusu aylar boyunca sürerse bir psikologla görüşmek çok faydalı olur. Yas sürecini yalnız taşımak çok zor olabilir. Sevgiyle bağlandığınız bir canı kaybettiğiniz için hissettiğiniz bu büyük boşluk çok anlaşılır. Ama şunu hatırlatmak isterim: siz ona çok güzel bir yaşam sundunuz, sevgiyle büyüttünüz. O sizin evladınız gibi oldu ve bu dünyadan sevgiyle geçti. Onun ruhuna yapabileceğiniz en büyük iyilik, kendinizi suçlamayı bırakıp güzel anılarınızı korumak olacaktır. Zamanla bu acı hafifleyecek, daha çok özleme ve sevgiyle anmaya dönüşecek. Belki şu an size imkansız gibi geliyor ama yıllar içinde onun hatırasını buruk bir gülümsemeyle anabileceksiniz. Umarım cevabım faydalı olmuştur. Değerlendirilmesini istediğiniz farklı bir soru veya aklınıza takılanları sorabilirsiniz. Sevgiler,Psikolog Betül Canbel

Devamını Oku...

Merhaba Sevgili Danışan,Kaygıyla yaşamanın nasıl bir şey olduğunu çok içten ve samimi bir şekilde anlatmışsınız. Yazdıklarınızdan, kaygının sizin hayatınızda yalnızca bir duygu olmaktan çıkıp günlük yaşamınızı, ilişkilerinizi, hatta geleceğe dair bakış açınızı bile etkileyen bir hale geldiğini görebiliyorum. Bu durumun ne kadar yorucu ve yıpratıcı olduğunu hissetmek hiç de zor değil. Özellikle de siz, bir yandan kendi içinizde bu yoğun döngüleri yaşarken dışarıya sakin, mücadele eden, gülen bir görüntü sunmaya çalışıyorsunuz. Bu da aslında ne kadar güçlü olduğunuzu gösteriyor ama aynı zamanda “içte fırtına, dışta dinginlik” hâlinin verdiği yorgunluğu da artırıyor. Kaygıyla yaşamak, çoğu zaman zihinde sürekli senaryolar üretmek, geçmişte yaşananları defalarca düşünmek ve gelecekte olacakları kontrol etmeye çalışmak gibi bir hal alır. Siz de bunu çok güzel ifade etmişsiniz: “Beynimde sürekli dönüp duran anılar, olur mu olmaz mı ikilemi, bir yandan özlemek bir yandan gurur. ” İşte kaygı tam da böyle, insanı hem geçmişe hem geleceğe çivileyip şimdiki anın tadını almayı zorlaştırır. Ama şunu bilmelisiniz ki, kaygıyla yaşamak demek hep çaresiz yaşamak değildir. Kaygıyı tamamen yok etmek mümkün olmasa da onunla daha sağlıklı bir ilişki kurmak mümkündür. Kaygının size verdiği bedensel tepkilerden de bahsetmişsiniz: mide bulantısı, öğürme, huzursuzluk, iç daralması… Bu belirtiler aslında bedeninizin “tehlike var” sinyalini fazla aktif hale getirdiğini gösteriyor. Halbuki çoğu zaman gerçek bir tehlike yok; ama zihninizin anlattığı hikâyeler bedeni alarma geçiriyor. Burada bedenle çalışmak, yani nefes egzersizleri, düzenli yürüyüşler, bedeni gevşetmeye yönelik pratikler çok kıymetlidir. Zaten siz yürüyüş yaptığınızı, kendinize baktığınızı söylemişsiniz ki bu, çok değerli bir adım. İlişkinizle ilgili yaşadığınız hayal kırıklıkları da kaygınızın merkezinde duruyor. Aslında anlattıklarınızdan, siz hep ilişkilerde fedakârlık yapan, karşı tarafı anlamaya çalışan, empati gösteren bir taraf olmuşsunuz. Ama bu kadar çok anlamaya çalışmak sizi “anlayış yorgunu” yapmış. Yani karşınızdakine alan açarken kendi duygularınızın görülmediği, hatta yok sayıldığı anlar birikmiş. Bu da doğal olarak hem güveninizi zedelemiş hem de zihninizde “Ben mi eksik kaldım? Yanlış mı yaptım?” sorularını tetiklemiş. Şunu bilmelisiniz: ilişki tek taraflı çabayla ayakta durmaz. Karşınızdaki kişi ne kadar entelektüel, ne kadar hobileri size uygun olursa olsun, sizin değerlerinize saygı göstermiyorsa, sizden gizlediği şeyler varsa, bu ilişkinin dengesiz olması kaçınılmazdır. Kaygıyla yaşarken en zor şeylerden biri de “karar vermek”tir. Çünkü kaygı sürekli iki ucu da gösterir: “Ya yoluma devam etmeliyim” dersiniz, ama bir yandan “Ya pişman olursam” korkusu yükselir. İşte bu nedenle ikilemde kalırsınız. Oysa karar vermek demek, bir tarafı seçmek kadar diğer tarafı seçmemeyi de kabul etmektir. Siz aslında yazınızda şunu çok güzel ifade etmişsiniz: “Her yeni gün yoluma devam etmeyi seçiyorum aslında. ” Bu, çok önemli bir içgörü. Çünkü şu an belki hisleriniz karmakarışık ama içten içe yolunuza devam etmenin sizin için daha doğru olduğunu biliyorsunuz. Burada kendinize hatırlatmanız gereken şey şu: kaygı, sizi sürekli “ya yanlış yaparsam, ya kaçırırsam, ya pişman olursam” sorularıyla oyalayabilir. Ama hayat, bu soruların kesin cevabını vermeyecek. Hiç kimse geleceği kesin olarak bilemez. Önemli olan, şu anki değerlerinize, ihtiyaçlarınıza ve sınırlarınıza uygun seçimler yapmaktır. Siz “kıyafetlerimden ödün vermek istemiyorum, saygısızlığı kabul etmedim” diyerek aslında değerlerinize sahip çıkmışsınız. Bu çok kıymetli ve bu da sizin kendinizi koruduğunuzu gösteriyor. Kaygıyla yaşamanın bir başka boyutu da yalnızlık hissidir. Siz de paylaşacak kimseniz olmadığını, bu yüzden zihninizde bu kadar çok döngü olduğunu söylemişsiniz. Kaygı, paylaşıldıkça azalır. Belki şu anda arkadaş çevrenizden uzaklaşmış hissedebilirsiniz, ama küçük adımlarla yeni sosyal bağlantılar kurmak kaygıyı hafifletir. Burada önemli olan, sizi tüketen değil, besleyen insanlarla vakit geçirmek. Çünkü kaygı, kırılgan olduğunuz anda sizi yargılayan ya da anlamayan insanlarla iyice ağırlaşır. Kaygıyla yaşamak demek, kaygıyı yok etmek değil, onunla birlikte yaşamayı öğrenmektir. Bu, “Kaygım var ama yine de yürüyüşe çıkıyorum. Kaygım var ama yine de işe başvuruyorum. Kaygım var ama yine de insanlarla bağ kuruyorum” demekle mümkündür. Siz zaten bunu yapıyorsunuz, gücünüze sıkı sıkı tutunduğunuzu söylemişsiniz. Bunu her gün kendinize hatırlatın: Kaygım var ama ben güçlüyüm. Sevgili danışan, bütün bu süreçte kendi kendinize çok fazla yüklenmişsiniz. Oysa ki yaşadıklarınız bir zayıflık değil, bir insanın hayat yolculuğunda yaşayabileceği zorlu deneyimlerdir. Sizin bu süreçte gösterdiğiniz farkındalık, dayanıklılık ve içsel sorgulamalar çok kıymetli. Şimdi ihtiyacınız olan şey, bu farkındalığı suçlama ve kendini yıpratma yönünde değil, kendinizi iyileştirme yönünde kullanmak. Son olarak şunu söylemek isterim: Kaygıyla yaşamak, çoğu zaman “içimde fırtınalar koparken dışarıda güçlü görünmek” gibidir. Ama siz bu fırtınaları paylaştığınızda, küçülmezsiniz, aksine hafiflersiniz. Şu anda yazdıklarınızla zaten bunun ilk adımını atmışsınız. Bundan sonrası için, kaygıyı anlamak, kabul etmek ve onunla birlikte yaşamayı öğrenmek mümkün. Umarım cevabım faydalı olmuştur. Değerlendirilmesini istediğiniz farklı bir soru veya aklınıza takılanları sorabilirsiniz. Sevgiler,Psikolog Betül Canbel

Devamını Oku...

Merhaba Sevgili Danışan,Kızınızla ilgili paylaştığınız durum birçok ebeveynin özellikle ergenlik döneminde yaşadığı zorlayıcı süreçlere çok benziyor. Öncelikle şunu söylemeliyim: 15 yaş, hem biyolojik hem psikolojik hem de sosyal anlamda büyük değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. Ergenlikte gençler kimliklerini oluştururken aileden bağımsızlaşma, sınırları zorlama ve kendi kararlarını verme eğiliminde olurlar. Bu süreçte bazen “manipülasyon” gibi görünen davranışlar aslında daha çok kendi sınırlarını test etme, özgürleşme isteği ve duygularını yönetmekte zorlanmalarından kaynaklanır. Kızınızın sizinle evde öfkeli, dışarıda ise saygılı ve sevecen görünmesi de ergenlikte sık rastlanan bir durumdur. Çünkü ergenler en güvenli oldukları alanlarda (çoğunlukla ailede) en yoğun duygularını dışa vurur; dışarıda ise sosyal kabul kaygısıyla daha kontrollü davranırlar. Bu sizin kızınızın size değer vermediği anlamına gelmez, aksine kendini en güvenli hissettiği yerde sınırlarını zorladığını gösterir. Kızınız aslında manipülasyondan çok kendi bağımsızlığını ispat etme çabası içinde. “Siz ne derseniz deyin, ben karar veririm” mesajı vermeye çalışıyor. Bu bazen sizi suçlamak, öfkeyle bağırmak ya da dediklerinizi tersine yapmak şeklinde ortaya çıkabilir. Bu dönemde gençler için arkadaşlıklar, sosyal medya ve kimliğini dışarıya yansıtma biçimleri çok önemlidir. Kendini ispat etme çabası bu nedenle daha yoğun olabilir. Siz tatlı dille konuşmayı denediğinizi, onu anlamaya çalıştığınızı söylüyorsunuz. Fakat ergenlikte gençler genellikle “öğüt” veya “nasihat” duyduklarında hemen savunmaya geçerler. Çünkü bunu bir “kontrol” aracı gibi algılarlar. Kızınızın sizi odasından kovması ya da nasihati reddetmesi de bu yüzden. Aslında sizinle iletişime kapalı değil, sadece yöntemini beğenmiyor. Burada onu dinlemek, soru sormak ve yargılamadan anlamaya çalışmak daha etkili olabilir. Ergenlikte flört, kimlik gelişiminin ve sosyal öğrenmenin bir parçasıdır. Bunun erken olduğunu düşünmeniz anlaşılır; ama aynı zamanda bu deneyimler onun “ilişki sınırlarını” öğrenmesi için bir fırsattır. Burada kesin yasaklar koymak yerine, “Senin duygularını anlıyorum, aynı zamanda kendini koruman ve derslerini ihmal etmemen de önemli” gibi hem kabul hem de sınır koyan bir yaklaşım daha sağlıklıdır. Aile Olarak Ne Yapabilirsiniz? “Yaşın daha küçük, karar veremezsin” demek yerine, “Bu senin için önemli olduğunu biliyorum ama bazı konularda seni korumak da bizim görevimiz” diyebilirsiniz. Saatinde eve gelmek, ders sorumluluklarını yerine getirmek gibi kurallar olmalı. Ama bu kuralları birlikte konuşarak belirlemeniz çok daha etkili olur. Onun da söz hakkı olduğunu hissettirin. Örneğin dışarı çıkma saatini beraber belirlemek gibi. Siz sakin, tutarlı ve sevgi dolu olduğunuzda, o da zamanla bunu içselleştirecektir. Sizin de belirttiğiniz gibi kızınız profesyonel desteği reddedebilir. Bu çok normal, ergenler çoğu zaman psikoloğa gitmek istemez. Burada iki yol var:Siz ebeveyn olarak aile danışmanına gidebilir, bu süreçte nasıl davranmanız gerektiğini öğrenebilirsiniz. Eğer kızınızda öfke krizleri çok yoğun, sosyal izolasyon ileri boyutta ve okul başarısı ciddi şekilde düşüyorsa, bir ergenle çalışan bir psikoloğa ve psikiyatriste başvurmanız faydalı olur. Unutmayın, ergenlikte krizler çok zordur ama doğru yaklaşımla aşılabilir. Siz kızınızla çatışmayı değil, ilişkiyi ön planda tutmaya devam ederseniz, bu süreci daha sağlıklı atlatabilirsiniz. Sevgili danışan, şunu bilmenizi isterim: Kızınızın davranışları sizin kötü anne olduğunuz anlamına gelmiyor. Bu, ergenlik dönemine özgü bir sınavdır. Siz sabır, tutarlılık ve sevgiyle yanında oldukça o da zamanla dengeyi bulacaktır. Umarım cevabım faydalı olmuştur. Değerlendirilmesini istediğiniz farklı bir soru veya aklınıza takılanları sorabilirsiniz. Sevgiler,Psikolog Betül Canbel

Devamını Oku...