Betül Canbel

Psk. Betül Canbel

İzmir

Genç ve Yetişkin Danışmanlığı

4.9
(190 Yorum)

Uzman Hakkında

Merhaba! Uşak Üniversitesinde Psikoloji lisans eğitimimi tamamladım. Mezuniyetimden bu yana ergen ve yetişkinlerle çalışıyor, bireylerin kendilerini keşfetmelerine ve yaşam kalitelerini artırmalarına yardımcı oluyorum.

Eğitim

  • Uşak Üniversitesi - Lisans

Seminerler / Konferanslar (Sertifikalar)

  • EMDR Eğitimi
  • Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimi
  • Evlilik ve Çift Terapisi Eğitimi
  • Minfulness Teknikleriyle Psikoterapi
  • Oyun Terapisi
  • Yetişkin Psikoterapisinde 12 Test
  • Çocuk ve Ergenlerde Bilişsel Davranışçı Terapi

Uzmanlık Alanları

Öfke Yönetimi
Tükenmişlik
Yetişkin Psikolojisi
Özgüven Problemleri
Motivasyon Sorunları
Duygular
Uyum Sorunları
Yalnızlık
İletişim Problemleri
Mükemmelliyetçilik
Stres
Erteleme Davranışı
İlişki Sorunları
Mindfulness/ Farkındalık
Evlilik ve Evlilik Öncesi Konular
Aldatılma
Duygusal Yeme
Sınav Kaygısı
Zaman Yönetimi
Kariyer Rehberliği

Çalışma Ekolleri

  • Bilişsel Davranışçı Terapi
  • EMDR Tekniği

Cevaplar (551)

Merhaba sevgili danışan,Yeme bozukluğu, çoğu zaman sadece “yemekle ilgili bir problem” değildir; duygular, kontrol ihtiyacı, öz değer algısı ve bedenle kurulan ilişki gibi çok daha derin psikolojik süreçlerin bir yansımasıdır. Senin anlattıkların da tam olarak bu döngüyü gösteriyor: Bir yandan kontrolü elinde tutmak istiyorsun “kilo almamalıyım, dikkat etmeliyim” diyorsun ama diğer yandan bu baskı seni tıkanırcasına yeme davranışına itiyor. Sonrasında ise yoğun bir pişmanlık, suçluluk ve bedenden rahatsızlık hissi geliyor. Bu bir irade zayıflığı değil, beynin kontrol ve rahatlama arasında sıkışmış bir döngüsüdür. Bu döngüde genellikle iki temel duygu vardır: kaygı ve utanç. Kaygı, “kilo alırsam değerim azalır” düşüncesinden beslenir. Utanç ise “kendimi tutamadım, yine yaptım” cümleleriyle kendini gösterir. Bu iki duygu da birbirini besler; kaygı arttıkça kontrol etme ihtiyacı artar, kontrol edemedikçe utanç büyür ve kişi bir daha bu utancı hissetmemek için yeniden “kusursuz” olma çabasına girer. Bu yüzden yeme bozukluklarını düzeltmenin ilk adımı, yeme davranışını değil, o davranışın ardındaki duygusal düzeni anlamaktan geçer. Kilo alma korkusu genellikle sadece fiziksel bir mesele değildir. Bu korkunun altında “kabul görmeme”, “beğenilmeme” ya da “değerli olamama” endişesi yatar. Yani zihnin bir şekilde “ince olursam değerliyim, kontrol edersem güçlü olurum” şeklinde bir denklem kurmuştur. Ancak bu denklem seni sürekli huzursuz bir kontrol çabasına iter. Aslında burada “beden kontrolü” üzerinden “duygu kontrolü” yapmaya çalışıyorsun. Çünkü bir şeyi kontrol ettiğinde kendini güvende hissediyorsun. Ama insan zihni sürekli kontrol halinde olamaz; kontrol kaybolduğu anda yani diyet bozulduğunda beyin “nasıl olsa bozuldu” diyerek diğer uca savrulur. Bu yüzden kendine yönelteceğin ilk şefkatli adım şu olmalı: “Benim amacım mükemmel olmak değil, dengede kalmayı öğrenmek. ”Yeme bozukluğu yaşayan kişiler genellikle bedenlerinden değil, kendi duygularından uzaklaşmış olurlar. Açlık, tokluk, rahatsızlık gibi sinyallerin farkına varmak yerine, zihnin yarattığı “yememeliyim, yemeliyim, dayanamıyorum” düşünceleri baskın hale gelir. Bu noktada beden farkındalığı yeniden kazanmak çok önemlidir. Bunun için küçük bir egzersiz önerebilirim: Yemek yemeden önce bir dakika dur, derin bir nefes al ve kendine “şu anda gerçekten aç mıyım, yoksa duygusal bir boşluğu doldurmak mı istiyorum?” diye sor. Cevap her zaman net olmayabilir ama bu farkındalık zamanla seni otomatik davranıştan bilinçli davranışa taşır. Ayrıca “diyet bozma” kavramının kendisi bile zihinde suçluluk yaratır. Aslında diyetini bozmazsın; sadece bedenin senden bir şey ister ve sen onu karşılarsın. Bunu “disiplin kaybı” değil, “bedenimin sinyalini duyabildim” olarak yorumlamayı dene. Çünkü bu tür yeme bozukluklarında en büyük sorun, bedene değil zihne fazla güvenmektir. Zihin sürekli hesap yapar, beden ise sadece dengelenmek ister. Senin bedenin, aslında seni cezalandırmıyor; sadece uzun süredir bastırılmış ihtiyaçlarını ifade ediyor. Bu süreçte yapabileceğin en önemli adım, “kendine yasak koymak” yerine “kendine izin vermeyi” öğrenmektir. Yasaklar kısa vadede işe yarıyor gibi görünse de, uzun vadede bedeni cezalandırma döngüsüne sokar. Örneğin “bugün tatlı yemeyeceğim” yerine “tatlı yemek istiyorsam nedenini fark edeceğim” diyebilirsin. Bazen bu bir stres boşaltma yolu, bazen duygusal bir rahatlama arayışıdır. Asıl mesele, bunu fark ettikten sonra kendine suçluluk duymadan alan açabilmek. Seans süreci bu noktada çok etkili olur çünkü yeme davranışını sadece kontrol etmek değil, o davranışı tetikleyen duygusal temelleri anlamak gerekir. Özellikle bilişsel davranışçı terapi bu konuda oldukça etkilidir. Seanslarda genellikle şu alanlar üzerinde çalışılır:Açlık ve tokluk sinyallerini yeniden öğrenmek. Yemek yerine duyguları tanımayı ve tolere etmeyi öğrenmek. Ayna karşısında kendine nasıl baktığını, hangi kelimeleri kullandığını fark etmek. “Ya hep ya hiç” düşüncesini dönüştürmek. Ayrıca bu dönemde sosyal medyadan gelen “ideal beden” algısından uzak durmak da iyileşmeyi hızlandırır. Çünkü bu platformlar genellikle gerçeklikten uzak, filtrelenmiş bir mükemmellik standardı sunar. Bu da senin kendi bedenine yabancılaşmanı artırır. Gerçek iyileşme, dışarıdan değil, içeriden olur. Son olarak, unutma: Yeme bozukluğu bir irade sorunu değil, bir duygu düzenleme zorluğudur. Bu yüzden “neden dayanamıyorum” diye kendini suçlamak yerine, “şu anda hangi duygumu bastırmaya çalışıyorum” diye sormayı dene. Çünkü yeme davranışı çoğu zaman bir şeyleri bastırmak içindir; acıyı, yalnızlığı, korkuyu veya öfkeyi. Ve bu duyguların hepsi senin insani parçalarındır. Onları reddetmek yerine anlamak, seni bu döngüden çıkarmaya başlar. Kendine şunu hatırlat: “Benim bedenim düşmanım değil, bana yardım etmeye çalışan bir rehber. ” Onu suçlamak yerine dinlemeyi öğrendiğinde, yeme davranışın da yavaş yavaş dengeye oturacaktır. Ama bu süreçte yalnız kalmaman çok önemli. Bir psikologla çalışmak, bu döngüyü sadece anlamanı değil, kalıcı biçimde dönüştürmeni sağlar. Çünkü iyileşme, “artık yemeyeceğim” diyerek değil, “kendime daha şefkatli davranacağım” diyerek başlar. Umarım cevabım faydalı olmuştur. Değerlendirilmesini istediğin farklı bir soru veya aklına takılanları sorabilirsin. Sevgiler,Psikolog Betül Canbel

Devamını Oku...

Merhaba sevgili danışan,Anlattıkların sadece bir ilişkinin bitişini değil, aynı zamanda kendi içinde verdiğin bir savaşın hikayesini de taşıyor. Birine inanmış, güvenmiş, hatta onun yükünü de sırtlamışsın. Fakat tüm iyi niyetine rağmen sonunda yalnız bırakılmışsın. Kendini geri kazanmak, geçmişi silmek değil, geçmişin seni tanımlamasına izin vermemektir. Bu süreç, iyileşme sürecinin doğal parçasıdır. Ama bu duygulara takılıp kaldığında, zihnin geçmişte yaşadığın o “anlam veremediğin sahneleri” tekrar tekrar oynatmaya başlar. Her tekrar, bir yandan anlam arayışıdır ama diğer yandan da seni geçmişte tutan bir zincir haline gelir. O yüzden bu döngüden çıkmanın ilk adımı, anlam bulmaya çalışmak yerine kabullenmeye geçmektir. Kabul, pasif bir teslimiyet değildir. “Evet, bunlar oldu. Evet, çok canım yandı. Ama artık bunların beni yönetmesine izin vermeyeceğim” diyebilmektir. Çünkü yaşananlar seni yordu, seni tüketti ama seni tanımlamıyor. Artık o olaylar senin kim olduğunu belirlemiyor. Onlar senin hikayenin bir parçası, ama senin bütünün değil. Bu farkındalık, kontrolü yeniden eline almanı sağlar. İkinci adım, kendine duyduğun güveni yeniden inşa etmektir. Çünkü güven sarsıldığında, insan kendine bile inanamaz hale gelir. “Ben mi yanlış hissettim?”, “Ben mi abarttım?”, “Belki de ben fazla hassastım” gibi cümleler, içsel değeri sorgulamaya başlatır. Oysa hissettiğin her şey, senin gerçeğindir. Ve duyguların, doğru ya da yanlış değildir; sadece birer işarettir. Kendini geri kazanmanın üçüncü adımı, sınırlarını yeniden belirlemektir. Bu ilişki sana sınırlarını unutturmuş olabilir. Belki de birini kaybetmemek için kendinden çok şey vermişsindir. Fakat sınır koymak bencillik değil, özsaygıdır. Birine iyi davranmakla kendini korumak arasında denge kurmak gerekir. Bir diğer önemli adım, duygusal bağımlılığı fark etmektir. İnsanlar genellikle bir ilişkiden değil, o ilişkiyle gelen duygusal alışkanlıktan kopamazlar. Onu düşünmek, ondan haber beklemek, onun varlığına alışmak bir tür “bağ” oluşturur. Bu bağ koptuğunda, tıpkı bir yoksunluk gibi hissedilir. İşte bu yüzden “alışkanlık olduğu için ayrılamıyorum” diyen çok insan vardır. Oysa alışkanlık, sevgiyle karıştırılmamalıdır. Sevgi, özgürleştirir; alışkanlık ise sınırlar. Bu farkı anlamak, iyileşmenin dönüm noktasıdır. Kendini geri kazanmak, aynı zamanda kendine şefkat göstermeyi öğrenmektir. Şefkat, geçmişteki benliğini suçlamak yerine, onu anlamaktır. Bazen insanlar senin yaşadıklarını bile bile yüzeysel yorumlar yapar, “Zaten o kişiyle olmamalıydın” gibi. Oysa kimse, yaşanan duygusal derinliği dışarıdan göremez. Bu tür yargılar seni yalnızlaştırabilir ama şunu bil: sen yalnız değilsin. Bu duyguları yaşayan, kırıldığı halde iyileşmek için çabalayan birçok insan var. Bu süreçte, kendine zaman tanıman çok önemli. Dilersen bir psikologtan da destek alabilirsin. Umarım cevabım faydalı olmuştur. Değerlendirilmesini istediğin farklı bir soru olursa yeni bir soru oluşturabilirsin. Sevgiler,Psikolog Betül Canbel

Devamını Oku...

Merhaba sevgili danışan,Anlattıkların oldukça zorlayıcı bir süreci işaret ediyor. Bir yandan annenin ruhsal olarak ciddi bir sıkıntı yaşadığını gözlemliyorsun, diğer yandan hem kardeşin hem de kendi hayatın bu durumdan etkileniyor. Üstelik annenin tedaviyi reddetmesi ve çevresine suçlamalar yöneltmesi, süreci hem duygusal hem de pratik anlamda daha karmaşık hale getiriyor. . Buradaki en kritik sorunlardan biri annenin tedaviyi reddetmesi. Bu durum, psikiyatri alanında sıkça görülür. Çünkü kişi çoğu zaman yaşadığı belirtileri “hastalık” olarak değil, “gerçek” olarak algılar. Örneğin annen büyü yapıldığına inanıyorsa, bu onun için gerçekten yaşanan bir olay gibidir. Yani “bana bir şey yapıldı” inancı, zihninde tam bir gerçeklik hissi taşır. Bu nedenle de “senin tedavi olman lazım” demek ona, “senin yaşadıkların doğru değil” demek gibi gelir. Bu da savunmayı artırır ve inkârı güçlendirir. Böyle durumlarda en etkili yaklaşım, empatiyi koruyarak dolaylı biçimde destek önermek olur. Örneğin “Anne, senin bu kadar üzülmen bizi de çok üzüyor. Belki senin yaşadığın bu sıkıntıyı biraz hafifletebilecek bir doktor var, birlikte konuşsak nasıl olur?” gibi bir ifade, doğrudan etiketlemeden duygusuna odaklanır. Ama eğer annenin durumu ilerlediyse, çevresine zarar verme ya da kendine zarar verme riski varsa, o zaman artık gönüllülük ilkesinden bağımsız olarak zorunlu müdahale gündeme gelebilir. Bu durumda, bulunduğunuz şehirdeki devlet hastanesinin psikiyatri servisine ya da Acil Servis’e başvurarak annenin durumu hakkında bilgi verebilir ve ne yapılabileceğini sorabilirsin. 7. sınıfa giden bir çocuk, bu tür duygusal ve davranışsal karmaşaları anlamakta zorlanır. Her ne kadar “olgun bir çocuk” desen de, annenin ağlamaları, suçlamaları, bağırmaları gibi davranışlar çocukta korku, suçluluk ve kaygı yaratır. “Annem şu anda çok üzgün ve yardım alması gerekiyor. Onun yaşadıkları senin suçun değil. Biz babanla onun için elimizden geleni yapıyoruz, ama senin görevin sadece kendi hayatına devam etmek” gibi bir açıklama, çocuğa hem güven verir hem de duygusal yükü azaltır. Kendin için de bir sınır koyman çok kıymetli. “Kendi hayatıma mı bakayım bilmiyorum” demen, aslında tükenmişlik hissinin bir göstergesi. Bir süre sonra insan sürekli kriz ortamında yaşamaya başladığında, kendi duygusal kaynakları tükenir. Sen annenin yanında olmaya çalışırken, kendi ruh sağlığını ihmal etmemelisin. Ayrı eve çıkma düşüncen suçluluk yaratabilir ama aslında bu bir “vazgeçiş” değil, bir kendini koruma adımıdır. Bazen aile üyelerinden biri ciddi bir ruhsal kriz yaşarken, diğer üyelerin sağlıklı kalabilmesi için fiziksel mesafe koyması gerekir. Bu hem senin tükenmeni engeller hem de annenle kuracağın iletişimi daha dengeli hale getirir. Umarım cevabım faydalı olmuştur. Değerlendirilmesini istediğin farklı bir soru veya aklına takılanları sorabilirsin. Sevgiler,Psikolog Betül Canbel

Devamını Oku...