Pembe defter kullandım diye ciddiye alınmadım. Acaba çocuksu muyum? Anormal miyim?
Merhaba, ben bir kurumda şube müdürü olarak çalışıyorum ve 28 yaşında, bekar bir kadınım. Dün yeni bir proje lansmanıyla ilgili olarak müdürümle birlikte konferans tarzında bir etkinliğe katıldım. Etkinlik sırasında potansiyel bir müşteri şirketle kısa bir toplantı gerçekleştirdik. Toplantı sırasında bazı notlar alırken çantamdan küçük, pembe bir not defteri çıkardım.
Toplantıya ara verdiğimizde, müdürüm bana şöyle dedi:
"Neden pembe bir not defteri ve pembe kalem kullandın? Ben karşı tarafın yerinde olsam, seni bir şube müdürü olarak ciddiye almazdım."
Ben de özellikle seçmediğimi, sadece kullanımı rahat olduğu için hep o defteri tercih ettiğimi söyledim. Not defterinin üzerinde bir gökkuşağı ve unicorn deseni vardı. Açıkçası utanmış hissettim ve defteri hemen çantama geri koydum.
Kendimi kötü hissettim. Çünkü pembe benim en sevdiğim renktir ve o defteri gerçekten rahat bulduğum için kullanıyordum. Gri ya da siyah deri defterler bana oldukça sıkıcı geliyor. Ama o an kendimi savunamadım ve bu da beni değersiz hissettirdi. Ayrıca şirketimi gerektiği gibi temsil edemediğimi düşündüm.
Bu konuya dışarıdan bir gözle nasıl bakıldığını merak ediyorum. Bir psikolog olarak düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
Bu soru 24 Mayıs 2025 19:13 tarihinde Psikolog Betül Canbel tarafından cevaplandı.
- Paylaş:
Merhaba Sevgili Danışan,
Öncelikle yaşadığın bu deneyimi paylaştığın ve içtenlikle hissettiklerini dile getirdiğin için teşekkür ederim. Dışarıdan bakıldığında küçük bir ayrıntı gibi görülebilecek bir “defter” tercihi, aslında senin öz benliğini, tarzını, hayata bakışını ve çalışma şekline dair birçok ipucunu barındırıyor. Dolayısıyla bir objeyle sembolleşen bu olayın, sende bırakmış olduğu kırgınlık ve utanç hissi asla küçümsenmemeli. Bu olay, yalnızca pembe bir defterin eleştirilmesiyle ilgili değil; aynı zamanda görünür olmaya çalışırken, kendi olmayı seçerken dışlanmak ya da ciddiye alınmamakla ilgili çok daha derin bir meseleyi işaret ediyor.
Sen 28 yaşında, bir kurumda şube müdürü pozisyonunda görev alan, yani belli ki sorumluluk sahibi, profesyonel ve kariyerini önemseyen bir birisin. Ancak içindeki bu profesyonelliği tek bir kalıba sığdırmak istemeyen, aynı zamanda kişiliğini, özgünlüğünü ve iç dünyasını da görünür kılmak isteyen bir bireysin. İşte bu noktada yaşadığın çatışmanın temelinde, kurumsal dünyanın bazen tekdüze ve baskın kalıplarına karşı, daha bireysel, daha özgür ve daha renkli bir karakterin görünür olmaya çalışması yatıyor.
Kurumsal dünyada “ciddiyet” kavramı maalesef hâlâ siyah, gri, sert, sessiz ve duygusuz bir temsille tanımlanıyor. Oysa günümüz iş dünyası, insan odaklı liderliği, duygusal zekâyı ve bireyselliği ön plana çıkaran bir evrime doğru ilerliyor. Bu bağlamda bakıldığında senin pembe bir defterle toplantıya katılman, işini önemsiz yaptığı ya da sorumsuz davrandığın anlamına gelmiyor. Aksine bu, senin samimi, özgüvenli ve kendine has bir stilin olduğunu gösteriyor. Ancak burada kırılmanı sağlayan şey, aslında not defterin değil; senin benliğine dair bir tercihin yüzünden ciddiye alınmaman, hatta “yanlış temsil” ile ilişkilendirilmen olmuş gibi görünüyor.
Bu noktada şu soruyu sormak anlamlı olabilir: “Benim işime duyduğum sorumluluk, bilgi birikimim ve başarım yalnızca kullandığım defterle mi ölçülmeli?” Elbette hayır. Ancak bazen kişiler, özellikle yöneticiler, kendi “profesyonellik” anlayışlarını tüm çalışanlarına da dikte etmeye çalışabilir. Müdürünün cümlesine baktığımızda da bunu net bir şekilde görüyoruz: Onun zihninde, temsil gücünün yalnızca koyu renkli, ciddi defter ve kalemlerle mümkün olabileceğine dair bir yargı bulunuyor. Ancak bu yargı, onun bakış açısıdır; evrensel bir gerçeklik değildir. İnsanların iş yerinde farklı renkleri sevmesi, semboller kullanması, onları otomatik olarak profesyonel olmayan biri yapmaz.
Senin yazdıklarında dikkat çeken bir diğer nokta ise, bu olay sonrası kendini değersiz hissetmen. Aslında burada, sadece müdürünün sözleri değil, kendi içindeki “onaylanma arzusu” da tetiklenmiş olabilir. Hepimizin içinde, özellikle otorite figürleri tarafından takdir edilme ve kabul görme isteği bulunur. Müdürün gibi, senin üzerinde etkisi olan bir kişinin olumsuz yorumu, bu onay ihtiyacının karşılanmamasıyla birlikte “Ben yetersizim, ciddiye alınmıyorum” düşüncelerini beraberinde getirmiş olabilir. Oysa burada aslında senin değerini belirleyen şey kullandığın defter değil; o toplantıya ne kadar iyi hazırlandığın, katkı sunup sunmadığın, iletişim becerin ve kurumsal temsiliyetin. Bu bağlamda da kendine şu soruyu sorabilirsin: “Ben toplantıda görevimi yerine getirdim mi? Katkı sundum mu? Yoksa yalnızca defterim mi konuşuldu?”
Eğer ilk soruya “Evet” yanıtı verebiliyorsan, bu durumda sorun senin tutumun değil, müdürünün bakış açısı olabilir. Bu yüzden yaşadığın durumu yalnızca bir eleştiri olarak değil, aynı zamanda çalışma ortamındaki algılar, kalıplar ve senin bu kalıplar içindeki yerini sorgulama fırsatı olarak da görebilirsin.
Profesyonel dünyada bireylerin kendilerini özgün şekilde ifade etmesi artık daha fazla önemseniyor. Pek çok uluslararası kurumda çalışanların stilleri, renk tercihleri, kişisel objeleri bile bireyselliğin ifadesi olarak kabul görüyor. Elbette bazı sektörlerde daha katı bir kurumsal imaj gerekebilir. Ancak her durumda, kişi kendini bütünüyle bastırmak ya da değiştirmek zorunda değildir. Asıl başarı, bireyselliği bozmadan profesyonelce var olabilmekte yatar.
Yine de seni bu kadar etkileyen duruma dönecek olursak, buradaki esas mesele sadece müdürünün uyarısı değil, senin bu uyarıyı kendinle ilgili bir eksiklik olarak algılaman olmuş olabilir. Oysa senin anlatımından anladığımız kadarıyla sen işini severek yapan, özenli ve özgün bir kadınsın. Eğer bu konuda içinden geçirdiğin “Acaba çocuksu muyum? Ciddiye alınmıyor muyum?” gibi sorular tekrar tekrar zihnine geliyorsa, bu senin daha derinlerde var olan bazı çocukluk deneyimlerinden, belki zamanında duyduğun “fazla renkli”, “fazla dikkat çekici” ya da “fazla duygusal” olma eleştirilerinden kaynaklanıyor olabilir. Bu durumda kendi içsel onay sistemini oluşturmak için bazı duygusal kalıplarla çalışman, gerekirse bir uzman desteğiyle bu yargıların üzerine düşünmen faydalı olabilir.
Öncelikle şunu hatırlamalısın: Profesyonel olmak, siyah defter taşımakla değil, işine olan tutkun, hazırlığın, sorumluluğun ve saygın duruşunla olur. Kullandığın pembe defter, senin ciddiyetini değil; kendi olma cesaretini gösteriyor. O defteri sevmen, onu kullanman seni ciddiyetsiz yapmaz. Tam tersine; kendi tarzını benimseyip bununla var olman, özgün ve içten bir duruşa sahip olduğunu gösterir.
Bu tarz olaylardan sonra kendini küçümsemek, geri çekmek ya da başkalarının yargılarına göre davranmak, seni kendinden uzaklaştırabilir. Oysa ki kurumsal hayatta ilerleyebilmek için en çok ihtiyacımız olan şeylerden biri de “özdeğer duygusudur.” Bu yüzden bu olay özelinde, belki bir deftere çok anlam yüklendiğini düşünebilirsin ama aslında oradaki mesele, senin kendine dair yargılarınla müdürünün yargılarının çarpışmasıdır.
Bundan sonra benzer bir durum yaşandığında, müdürüne veya herhangi bir kişiye şöyle bir çerçeveyle cevap vermeyi düşünebilirsin: “Profesyonel görünüm elbette önemli, ancak ben kendimi en iyi hissettiğim şekilde daha verimli çalıştığımı fark ettim. Renkli bir defter kullanmam notlarımın niteliğini değiştirmiyor; yine de hassasiyetiniz için teşekkür ederim.” Bu tür bir yanıt, hem saygılı kalmanı hem de kendi sınırlarını ifade etmeni sağlar.
Bu olay sonrası kendine dönüp şu soruyu sorabilirsin: “Ben bu olaydan ne öğrendim?” Belki kurumsal sunumlarda farklı bir defter tercih edebilirsin, ama aynı zamanda iç dünyanda kendi değerini yeniden tanımlamak için bir fırsat olarak görebilirsin. Hayat bazen bu tür küçük olaylarla bize kim olduğumuzu, nerelerde daha net olmamız gerektiğini gösterir.
Son olarak, sana şunu söylemek isterim: Kendini olduğun gibi ifade etme cesareti, gerçek liderliğin temelidir. Sen duygularını bastırmak yerine ifade etmeyi seçiyorsun, renklerini gizlemek yerine taşıyorsun. Bu; zayıflık değil, çok güçlü bir içsel denge göstergesidir. Seni çocuk gibi ya da anormal hissettiren bu sistemde, aslında farklılıkların seni sen yapan yönlerdir. Gelişim ve iyileşme; farklılıkların bastırılmasıyla değil, kabul edilmesiyle başlar.
Unutma, kendine duyduğun saygı; başkalarının seni nasıl gördüğünden çok daha güçlü bir kılavuzdur. Bu olay sana yalnızca iş yerindeki değil, kendi içindeki değer sistemini de yeniden gözden geçirme fırsatı sundu. Bu süreci bir kırılma değil, bir içsel gelişim adımı olarak görmek mümkün. İstersen bu yaşadığın durumu daha derinlemesine analiz edebilir, benzer kırılmaları geçmişte nerelerde yaşadığını inceleyebilirsin.
Umarım cevabım faydalı olmuştur. Değerlendirilmesini istediğin farklı bir soru veya aklına takılanları sorabilirsin.
Sevgiler,
Psikolog Betül Canbel