Betül Canbel uzak mesafe ilişkim
--- Ben çocukluğumdan beri içine kapanık bir çocuktum. Çok iyi bir ailem var ama benim hassas, duygusal oluşuma yetemediler. Böyle demek onlara haksızlık etmişim gibi geliyor ama 24 yaşındaki Beyza, çocuk Beyza'ya bakınca hep bir köşede ağlayan, sevilmediğini düşünen, konuşmaktan çekinen bir çocuk olarak görüyor. İlkokulda çok başarısız bir çocuktum ama bunun sebebinin ben olmadığımı şimdi, iki üniversite mezunu olan Beyza anlıyor. Ama ailem bunu hâlâ anlamıyor. Benim tembel olduğumu, bir şeyi elli kere tekrar ettirdiklerini, öğretmenimin benden bıktığını söylüyorlar. Oysa ki öğretmenim, beni dünyaya kapatan, sınıftaki askılıklara bizi asan, sınıf arkadaşım Onur’u kıpkırmızı olana kadar döven, Onur’a ayakkabılarını boyatan, sınıfı ikiye ayıran; zengin ve başarılı öğrencileri bir grupta, bizi ise diğer grupta oturtan iğrenç bir insandı. Bizim evimize çok yakın otururdu. Ben dışarıda oyun oynadığım zaman onu görünce arabaların arkasına saklandığımı çok iyi hatırlarım. O zamanlar bunu aileme demeye korkuyordum, hatta herkes korkuyordu. Gerçi 24 yaşında söyleyince bile ailem "Yanlış hatırlıyorsun." diyor. Evet, kötü bir ailem yok ama bizim evin en az sevilen çocuğu benim. Buna eminim, bunu tüm kalbimle hissediyorum. Çok hassas bir çocuktum, hâlâ öyleyim. Ama belki bu beni zor bir insan yapıyor. Ama ablamın rahatsız olduğumuz huylarına ailem "O da böyle, kabul edeceğiz." diyor. Peki beni niye anlamaya çalışmıyorlar? Sevildiğimi söylemiyorum ama evlatlarına daha fazla sevgi gösterebilen ebeveynlerin en az sevilen çocuğu olmak üzüyor beni. Belki de Mustafa’ya olan düşkünlüğüm bundandır; onun bir tanesi olduğunu hissetmemdendir, beni koşulsuz sevdiğini bilmemdendir. Bu zamana kadar anneme hiçbir şeyimi anlatmadım. Annemle aramda hiç sır olmadı. Annem hep ablama anlatırdı sırlarını, benden her şeyi gizlerlerdi. Şimdi de anlatamıyorum hiçbir şeyimi. Trafik kazası geçirdim, ayağım kırıldı; aileme haber veremedim, saatler sonra arayabildim. Geçen gün elime top çarptı, parmağım incinmiş, biraz şişti, morardı. Az önce mutfağı toplarken ters hareket yaptım, canım acıdı. Kardeşim olsaydı, canı yanan annem "Ben toplarım." derdi. Az önce "Yorgunsun, duşunu al, uyu artık." dedi. Yaptığı şey kıyafet denemekti. Ben de sabah 11’den 17.00’ye kadar çalışıyorum ama bana "Yorgunsun." denilmiyor hiç. Ablamın çok gıcık huyları vardır (evlendi, şu an Bursa’da yaşıyor). Annem de çok gıcık olur bu huylarına ama hepsini sineye çekebiliyor. "Esra uzakta, bir şey demeyeyim." diyor. Bunları görünce "Ben niye uzakta olmaya bu kadar karşıyım ki?" diyorum. Belki gidince ben de değer görürüm, ben de sineye çekilirim. Özgüveni eksik, insanlarla konuşmaya çekinen, arkadaşı olmayan, bomboş bir insan olarak görüyorum kendimi. Benim sığındığım, derdimi anlatabildiğim, dinlendiğim, başıma bir şey gelince düşünmeden arayacağım, yargılamadan dinleyecek hayatımdaki tek kişi Mustafa. Kendimi insanlara kabul ettirmeye çalışıyorum. Ezilmeye çok müsait bir insanım. Ben, "Ailemi bırakıp başka şehre nasıl gideyim?" diye düşünürken, etrafımızdaki insanların görücü adı altında birileriyle beni tanıştırma isteklerine annem olumlu bakıyor. ( Çok sıralı yazamadım ama aklıma gelen hissettiğim şeyleri yazdım)
Bu soru 14 Mayıs 2025 08:43 tarihinde Psikolog Betül Canbel tarafından cevaplandı.
- Paylaş:
Merhaba Sevgili Beyza,
İçini bu kadar açık bir şekilde dökebilmiş olman, kendi içinde ne kadar derin bir temas kurabildiğini ve aslında ne kadar güçlü bir iç görüye sahip olduğunu gösteriyor. Yazdığın satırları okurken sadece bir uzak mesafe ilişkisinden değil, aynı zamanda çocukluğundan bugüne taşıdığın duygusal bir yalnızlıktan, görülme ihtiyacından ve sevilmeye dair derin bir özlemden söz ettiğini fark ettim. Bu mektubun yalnızca Mustafa’ya değil, aslında kendine, ailene ve hayatta anlaşılmamış tüm taraflarına yazılmış bir çığlık gibi.
Senin çocukluğun yalnızca dışa dönük sevgi görmemekle değil, aynı zamanda yaşadığın zor olayların inkâr edilmesiyle de şekillenmiş. Öğretmeninin fiziksel ve psikolojik şiddetine maruz kalman, senin için çok ciddi bir travmayken, aile tarafından “yanlış hatırlıyorsun” gibi sözlerle geçiştirilmesi, aslında kendini ifade ettiğinde “inanılmayacağını” öğrenmene neden olmuş. Bu da ilerleyen yaşlarında duygularını bastırmana, sevinçlerini, acılarını içine gömerek yaşamana ve zamanla “konuşsam bile anlaşılmam” gibi bir temel inanç geliştirmeni sağlamış olabilir.
Bu durum yalnızca dışsal ilişkilerini değil, içsel sesini de şekillendirmiş. Çünkü sen artık bir şey anlatmadan önce “acaba yanlış mı hissediyorum?” diye kendini sorgulayan bir noktadasın. Bu da çok yıpratıcı bir yer. Çocuk Beyza, koşulsuzca sevilmek, bir kenarda ağladığında fark edilmek, biri canını yaktığında “gel bakalım ne oldu sana?” diyen bir ses duymak istemiş. Ve tüm bu ihtiyaçları yıllarca sessizlikle karşılanmış. Şimdi 24 yaşındaki Beyza, bu eksikliği Mustafa’da tamamlamaya çalışıyor. Çünkü Mustafa seni dinlemiş, yanında olmuş, yargılamamış ve ilk defa “birinin bir tanesi” olduğunu hissettirmiş. Bu duygu senin için sadece sevgili olmak değil; ilk kez “öncelik olmak”, “değerli olmak” ve “görülmek” anlamına geliyor.
Bu noktada şunu fark etmen çok önemli: Senin Mustafa’ya bağlanman yalnızca bir ilişki dinamiği değil, geçmişindeki duygusal boşlukların bugünkü yansıması. Aslında onu sevmenin ötesinde, onda bir aitlik, güven ve “benim de bir yerim var” hissini buluyorsun. Bu nedenle de “onsuz ne yaparım?” düşüncesi, yalnızca bir ilişkiyi değil, varlığının anlam bulduğu zemini de kaybetmek gibi geliyor olabilir. Ama şunu bilmelisin: Senin eksik olan parçan sevgi değil, onaylanma, anlaşılma ve haklı bulunma ihtiyacı. Ve bu ihtiyaç yalnızca ilişkilerde değil, kendi içinden beslenerek de karşılanabilir.
Ailene kırgınlığın çok doğal. Çünkü seni tembel sanmışlar, öğretmenin zulmünü fark etmemişler, şiddet gördüğünü duymazdan gelmişler ve seni diğer kardeşlerinden daha az önemsemiş gibi davranmışlar. Tüm bunları “kötü insanlar” oldukları için değil; senin o dönem gösterdiğin hassasiyeti anlamlandıramadıkları için yapmış olabilirler. Ama bu, senin kırgınlığını küçültmez. Haklısın; sevilmediğini hissettin, değerli olmadığını düşündün, eşit davranılmadın ve bugün bile yaşadığın incinmeleri anlatmakta zorlanıyorsun. O yüzden fiziksel acı yaşadığında bile haber veremiyorsun, çünkü çocuk Beyza hâlâ “nasıl olsa kimse anlamayacak” korkusuyla davranıyor.
Tüm bu geçmişin içinde Mustafa gibi biri hayatına girdiğinde, seni koşulsuz kabul ettiğinde, onun varlığı “senin kabul edilmeyen yönlerinin meşrulaşması” gibi hissettirmiş olabilir. Bu yüzden ona sıkı sıkı tutunuyorsun. Ama bu noktada şu soruyu kendine sorman çok kıymetli: “Mustafa beni gerçekten besliyor mu, yoksa çocukluk eksiklerimi geçici olarak örtüyor mu?” Çünkü bir ilişki, sadece geçmiş travmaların duygusal ilacı olmamalı. Aynı zamanda bugünkü kimliğini desteklemeli, seni ileri taşımalı ve seninle birlikte büyümeli. Eğer ilişki sadece eksik yönlerini onaran bir dinamiğe dönüşürse, zamanla kendi ayakta durma gücünü unutabilir, ilişki olmadan var olamamaya başlayabilirsin. Oysa senin gibi iki üniversite bitirmiş, farkındalığı bu kadar yüksek bir kadının, yalnızca sevildiği için değil, kendi iç gücünü fark ettiği için de var olması gerekiyor.
Mustafa’ya duyduğun bağlılık, seni anlaması ve seni yargılamaması üzerinden şekillenmiş. Ama burada dikkat etmen gereken şey şu: Senin bu ihtiyaçların sadece sevgili tarafından karşılanmamalı. Ailenden alamadığın onayı ilişkide bulmaya çalışmak, partnerinin üzerine fazladan bir duygusal yük bindirir. Bu da ilişkiyi sağlıklı bir beraberlikten, bir tür duygusal bağımlılığa dönüştürebilir. İşte bu nedenle, kendi iç çocuğunu iyileştirmen, onun ağladığı köşeye gidip “Ben şimdi seninleyim, seni görüyorum, seni anlıyorum” demen çok önemli. Belki bir defter alıp o küçük Beyza’ya mektuplar yazabilirsin. “Sana o gün kimse inanmadı ama ben sana inanıyorum.” “Senin acını göremediler ama ben görüyorum.” gibi cümlelerle içsel bir diyalog kurman, geçmişten bugüne uzanan o bağı daha sağlıklı hale getirir.
Şimdi ise aileden gördüğün ilgisizlikle baş edebilmek için yalnızca uzaklaşmayı çözüm gibi görüyorsun. Ama uzaklaşmak, bazen sadece bedenen uzaklaşmak olur. İçindeki çocuk yine anlaşılmamış kalabilir. O yüzden önce sen kendini anlamaya, kabul etmeye, duyulmamış çığlıklarını kendin duymaya niyet etmelisin. Bu seni hem daha güçlü yapar hem de ilişkilerinde daha dengeli bir yerden var olmanı sağlar.
Sevgili Beyza, sen eksik ya da sorunlu biri değilsin. Sen sadece küçükken yeterince görülmemiş, yeterince sarılınmamış, yeterince dinlenmemiş bir çocuksun. Ve o çocuk hâlâ içinde, hâlâ anlaşılmak, hâlâ onaylanmak, hâlâ sevilmek istiyor. Bu ihtiyaçlar çok insani. Ama onları karşılayacak tek kişi Mustafa olmamalı. Bu yükü sadece bir ilişkiye taşırsan, hem sen yorulursun hem ilişki yorulur.
Senin Mustafa’yla ilişkin, bir bağımlılıktan değil, gerçek bir bağlılıktan beslensin istiyorsan, önce kendi içindeki Beyza’yı tanımalı, anlamalı ve sevmelisin. Ailene anlatamadığın şeyleri bugün kendine anlatabilir, kendi hikâyeni yeniden yazabilirsin. O zaman biri seni sevdiğinde “Neden seviyor?” diye sorgulamazsın. Çünkü sen zaten sevilmeye değer olduğunu bilir, buna inanır ve bu sevgiye göğsünü gere gere sahip çıkarsın.
Unutma: Gerçek sevgi, seni çocukken yaralanmış yerlerinden sevmek değildir sadece. Aynı zamanda seni sen olduğun hâlinle sarmalamaktır. Sen buna sahipsin. Şimdi yapman gereken şey, bunu içselleştirmek ve kendi hikâyenin kahramanı olmayı seçmek.
Umarım cevabım faydalı olmuştur. Değerlendirilmesini istediğin farklı bir soru veya aklına takılanları sorabilirsin.
Sevgiler,
Psikolog Betül Canbel