İlişkide neden partnerimi sıkıyorum?
partnerimi sıktığımı görüyorum zaman zaman bunu nasıl düzeltebilirim Onu bunaltıyorum sıkıyorum sorguluyorum kıskanıyoru. sevgilim zaman zaman benden sıkıldığını boğdumu söylüyor. konuşmak istemeyince mesela uzatıyorum tamam diyip geçmek yerine uzatıp açıklama yapıp dha konuyu uzatıyorum. özellikle iş arkadaşından çık kıskanıyorum bunu nasıl yenmeliyim yani kızdan rahatsız oluyorum tavır ve sorgularından hep sevgilime bugün ne sordu bugün ne konuştunuz diye sorup bunaltıyorum
Bu soru 22 Ağustos 2025 20:51 tarihinde Uzman Klinik Psikolog Aslı Soylu tarafından cevaplandı.
- Paylaş:
Öncelikle Merhabalar,
Yazdıklarınızdan, içinizde aynı anda birkaç güçlü duygunun hareketlendiğini hissediyorum: sevdiğiniz insanla yakın kalma arzusu, kaybetme korkusu, yanlış anlaşılma endişesi ve bunların üstüne eklenen suçluluk. Bu karışım bazen öyle yoğunlaşıyor ki, o anda kendinizi durdurmak zorlaşıyor; sorular çoğalıyor, açıklama ihtiyacı bitmiyor ve siz sakinleşmek isterken ilişkinin havası daha da ağırlaşıyor. Aslında burada niyetiniz bağ kurmak ve güvende hissetmek; fakat partnerinizin deneyiminde bu, “sorgulanıyorum ve bunaltılıyorum” anlamına dönüşebiliyor. Yani niyet ile etki arasındaki mesafenin acısını yaşıyorsunuz. Bunu bu kadar açıklıkla fark etmiş olmanız, değişimin en kıymetli adımı.
Kıskançlık, tek başına “kötü” bir duygu değil; çoğu zaman “beni bırakma, beni gör” diyen daha kırılgan bir yerden ses verir aslında . İş arkadaşından söz ettiğinizde yoğunlaşan huzursuzluk da böyle bir yerden geliyor olabilir. O anda sorular sormak, detay almak size kısa süreli bir rahatlama veriyor; ama bu rahatlama, partnerinizde geri çekilme ve bunalmayla karşılık bulduğunda döngü yeniden başlıyor. Bu döngüyü görmek, kendinizi yargılamadan “evet, böyle oluyor” diyebilmek, içerden bir yumuşamayı da beraberinde getirir. Çünkü sorun “siz yanlışsınız” diye değil; ilişkiyi yoran bir ritmin fark edilmesiyle ilgili.
Konuları uzatma eğiliminiz, çoğu kez anlaşılmak ve zihin içinde oluşan düşünceleri aralamak için. Fakat bazı anlarda kelimeler arttıkça temas azalıyor. Böyle zamanlarda önce kendi içinizde olup biteni fark etmek işe yarar: “Şu an içimde tedirginlik yükseldi; sormak istiyorum çünkü yakınlık arıyorum.” Bu farkındalık bazen yalnızca birkaç nefeslik bir ara, bazen de içinizdeki ihtiyacı daha yalın bir cümleyle ifade etmeyi mümkün kılar. “Bugün ne konuştunuz?” yerine “Şu an içim tedirgin, yakınlığını hissetmeye ihtiyacım var; hazır olduğunda bunu kısaca konuşabilir miyiz?” demek, aynı ihtiyacı daha doğrudan ve daha az savunma uyandıracak biçimde taşır. Partneriniz “şimdi konuşmak istemiyorum” dediğinde de, “anlıyorum, ben de sakinleşmeye çalışıyorum; hazır olduğunda duymak isterim” gibi bir kapanış, hem sizin duygunuzu sahiplenir hem de konuşmanın sürmesi için kapıyı aralık bırakır.
Kıskançlık yükseldiğinde içinizdeki incinebilir tarafı hatırlamak da iyileştiricidir. Bazen gerçekten tek ihtiyaç, bilginin ayrıntısı değil, görülmek ve sakinleşmektir. Böyle anlarda kendinize “Şu an neye ihtiyacım var: bilgiye mi, yakınlığa mı, güven verilmeye mi?” diye sormak, elinizin telefona gitmesini bir anlığına erteleyebilir. Bu küçük erteleme, kontrol kaybı hissiyle değil, öz-şefkatle yapılınca işe yarar. Kaydedeceğiniz kısa notlar da döngünün nerelerde tetiklendiğini zamanla görünür kılar; “bugün şu sözle içim sıkıştı” gibi basit cümleler bile, duygunun tonunu ve gelişini tanımanıza yardımcı olur. Burada amaç kendinizi düzeltmek değil, kendinizi anlamak.
İş arkadaşına dair rahatsızlıkta da ayırıcı bir yer var: “Onu hayatından çıkar” gibi yasaklayıcı bir yerden değil, “şu davranışlar bende tedirginlik yaratıyor” diye somut ve ilişkisel bir yerden konuşmak. Kişileri etiketlemek yerine sizde uyandırdığı duyguyu ve ihtiyacı paylaşmak, savunmayı azaltır. “Şu günlerde içim daha hassas; bu konuda şeffaflık ve kısa bir haber vermen benim için çok rahatlatıcı olur” demek, kontrol değil iş birliği çağrısıdır. Aynı şekilde, partneriniz “şimdi kapatmak” istediğinde duyduğunuz boşluk hissi çok anlaşılır; o an kendinize küçük bir alan açmanız, kısa bir yürüyüş, birkaç dakika nefesinize dönmek, zihninizi meşgul eden cümleleri kâğıda dökmek, çoğu zaman tartışmanın yönünü de değiştirir. Bunlar “mükemmel” çözümler değil; duygunun taşkınlığını bir parça yatıştıran küçük aşamalardır.
Şunu da vurgulamak isterim: Bu süreçte tökezlemek, eski alışkanlıklara geri dönmek, “yine mi aynı şeyi yaptım?” diye düşünebilirsiniz. Bu olduğunda kendinize sertleşmek yerine “tam da zorlandığım noktada zorlandım” diyebilmek, döngüyü kırmanın sessiz ama en etkili yollarından biridir. Değişim, keskin bir dönüşten ziyade, kısa anların birikimiyle olur. Partnerinize, “bunları fark ediyorum ve üzerimde çalışıyorum; zorlandığımda bana ‘şimdi duralım, sonra konuşalım’ demen bana iyi geliyor” gibi küçük bir eşlik talebi de ilişkiye ortak bir dil kazandırır.
Sonuçta, burada görünen şey sevme biçiminizi suçlamak değil; sevgiyle kaygının birbirine karıştığı yeri yumuşatmak. Siz zaten fark etmiş ve bunu söze dökmüşsünüz. Bu, en zoru. Geri kalanı, yoğun anlarda kendinizi görüp ihtiyacınızı daha çıplak hâliyle ifade etmeye çalışmaktan ibaret. Bazen tek bir cümle, bir tartışmanın kaderini değiştirir: “Sana güvenmek istiyorum ve şu an içim çalkalanıyor; yanında olduğuna dair küçük bir işaret bana iyi gelir.” Bu cümlenin arkasında bir yasak değil, bir yakınlık çağrısı var.
Yazmak istediğiniz zaman buradayım; dilerseniz daha detaylı değerlendirerek, olaylar üzerinden de konuşabiliriz. Unutmayın, sevgiyle kurulan her küçük adım, ilişkinizde büyük bir fark yaratma gücüne sahiptir.
Sevgiyle Kalın,
Uzman Klinik Psikolog Aslı Soylu
çok memnun kaldım açıklayıcı oldu benim için