Psk. İrem Gülsün Zengin
Samsun
Evlilik,Aile ve Çift Danışmanlığı
Hakkımda
Psikoloji lisans eğitimimi Ankara Üniversitesi’nde tamamladım ve şu anda Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde Evlilik ve Aile Danışmanlığı yüksek lisansına devam ediyorum. Lisans eğitimimde klinik psikoloji, psikoterapi, gözlem ve görüşme teknikleri gibi temel derslerin yanı sıra, klinik alana yönelik birçok seçmeli ders de aldım. Bu derslere örnek olarak: “Stres Yönetimi, Psikopatolojinin Gelişiminde Ailesel Faktörler, Psikolojik Değerlendirme, Bilgi İşleme Süreç ve Yaklaşımları, Kişilerarası İlişkiler, Krize Müdahale Teknikleri” derslerini gösterebilirim.
Mesleki gelişimimi desteklemek için çeşitli eğitim ve sertifika programlarına katıldım. Sahip olduğum sertifikalar arasında: “Oyun Terapisi Eğitimi, Çocuk Değerlendirme Testleri Eğitimi, Depresyon Tedavisinde Kullanılan BDT Teknikleri Eğitimi, Kısa Süreli Çözüm Odaklı Terapi Eğitimi, MMPI-Yetişkin Testleri Eğitimi, Resim Analizi Eğitimi, Gestalt Psikoterapi Eğitimi, LGBTQIA+ Bireyler İçin Rasyonel Duygucu Davranış Terapisi (REBT) Eğitimi” sertifikalarımı sayabilirim.
Bireylere destek olmayı, onların karşılaştığı zorluklarla başa çıkmalarına yardımcı olmayı hedefliyorum. Bu süreçte insanlarla doğru iletişim kurabilmenin, güvenli bir ortam sağlamanın öneminin farkındayım. Mesleğimi daha iyi yapabilmek için sürekli olarak kendimi geliştirmeye, yeni bakış açıları edinmeye çalışıyorum. Yardımcı olabileceğim kişilere, onları yargılamadan ve anlamaya çalışarak destek sunmayı temel amacım olarak görüyorum.
Eğitim
- Ankara Üniversitesi - Lisans
- Ondokuz Mayıs Üniversitesi - Yüksek Lisans
Seminerler / Konferanslar (Sertifikalar)
- Oyun Terapisi Eğitimi
- Çocuk Değerlendirme Testleri Eğitimi
- Depresyon Tedavisinde Kullanılan BDT Teknikleri Eğitimi
- Kısa Süreli Çözüm Odaklı Terapi Eğitimi
- MMPI-Yetişkin Testleri Eğitimi
- Resim Analizi Eğitimi
- Gestalt Psikoterapi Eğitimi
- LGBTQIA+ Bireyler İçin Rasyonel Duygucu Davranış Terapisi (REBT) Eğitimi
- Kabul ve Kararlılık Terapisi Eğitimi
Uzmanlık Alanları
Çalışma Ekolleri
- BDT
- Gestalt
- ACT
- Kısa Süreli Çözüm Odaklı Terapi
Cevaplar (94)
Sevgili Danışanım,Anlattıklarınız, yaşınıza göre çok ağır ve karmaşık bir yük. Öncelikle şunu bilmelisiniz: Böyle bir durumla karşılaşmak, duygusal olarak hem kafa karıştırıcı hem de yıpratıcıdır. Sizin suçunuz ya da sorumluluğunuz olmayan bir olayın ortasında kalmışsınız. Böyle zamanlarda, hem kendi güvenliğinizi hem de duygusal sağlığınızı korumak en öncelikli konudur. Şu anda yaşadığınız şok, öfke, üzüntü, kafa karışıklığı ve hatta korku, bu tür bir durumda tamamen normaldir. Çünkü bir yandan babanızın yaptığı şeyi gördünüz, bir yandan da annenizin bundan habersiz oluşu vicdanınızı rahatsız ediyor. Ayrıca babanızın “sinirli bir adam” olması, olası tepkilerden dolayı sizi endişelendiriyor. Bu karışık duygular, olayın ağırlığını iki kat artırıyor. Burada ilk adım, kendi güvenliğinizi düşünmektir. Böyle bir gerçeği ortaya çıkarmak, ev içi ilişkilerde büyük bir gerginlik yaratabilir. Eğer babanızın sinirli oluşu sizi korkutuyorsa, bu durumu tek başınıza babanıza ya da annenize doğrudan söylemek yerine, güvendiğiniz başka bir yetişkinle paylaşmanız daha güvenli olur. Bu kişi bir teyze, hala, amca, dayı, büyükbaba, büyükanne ya da aile dostu olabilir. Böylece hem duygusal olarak destek alır hem de sürecin güvenli ilerlemesini sağlarsınız. Olayın içeriğine bakıldığında, babanızın komşunuzla uygunsuz bir ilişki yaşadığını ima eden mesajlar görmüşsünüz. Bu, sadakat ihlali anlamına gelir. Ancak burada unutulmaması gereken şey şu: Evlilikte yaşanan sadakat sorunları, tamamen o ilişkiye ait bir durumdur ve çözme sorumluluğu eşlere aittir. Siz bu olayın sorumlusu değilsiniz. Yani “Bunu çözmek bana düşüyor” gibi bir baskıyı üstlenmek zorunda değilsiniz. Annenize bu durumu söylemek istemenizin arkasında, onun üzülmesini istememek ve hakkını bilmesini sağlamak gibi iyi niyetli bir düşünce var. Bu çok anlaşılır. Fakat böyle bir gerçeği ortaya çıkarma şekli çok önemlidir. Doğrudan söylemek, özellikle babanızın tepkisini öngöremediğiniz bir durumda, hem sizin hem annenizin güvenliğini riske atabilir. Böyle durumlarda, şu adımlar izlenebilir:Kendine güvenli bir alan ve destek bulmak — Olayı önce güvendiğiniz bir yetişkinle paylaşın. Olayın ağırlığını tek başınıza taşımamak — Fotoğrafları ve bilgileri saklayın, aceleyle birine göstermek zorunda hissetmeyin. Annenizle iletişimi güvenli zamanda kurmak — Eğer konuşmanız gerekirse, yanında güvendiğiniz bir kişi varken konuşmak daha iyi olur. Duygusal yükü hafifletmek — Bu olayı, size güven veren bir psikolojik danışman, okul rehber öğretmeni veya terapistle konuşmak, duygularınızı anlamanıza yardımcı olur. Ayrıca, bu yaşta böyle bir durumu öğrenmek, zihninizde “Aile” kavramına dair sarsıcı etkiler bırakabilir. Babanıza karşı güven kaybı yaşayabilir, anneniz için üzülüp kendinizi sorumlu hissedebilirsiniz. Bu duygular, zamanla konuşulmadığında daha da ağırlaşabilir. O yüzden, konuşabileceğiniz güvenli bir yetişkinin varlığı çok önemlidir. Unutmayın: Siz şu anda hem çocuğunuz hem de bu evin bir parçasısınız. Bu yüzden olayın duygusal ağırlığını hissetmeniz çok doğal. Ama yetişkinler arasındaki sorunları çözmek sizin göreviniz değil. Sizin göreviniz, kendi güvenliğinizi korumak ve duygusal sağlığınızı destekleyecek adımlar atmak. Eğer bu olayı annenize söylemeye karar verirseniz, mutlaka yanında sizi koruyabilecek bir yetişkin olmalı. Ayrıca, babanızın o anki ruh hali, ortamın güvenli olup olmadığı gibi faktörler göz önünde bulundurulmalı. Bazen bu tür gerçekler, doğrudan yüzleşme yerine, araya bir aile büyüğünün girmesiyle daha güvenli bir şekilde konuşulabilir. Son olarak, şunu bilmelisiniz: Siz bu olayın sorumlusu değilsiniz. Babanızın yaptığı, kendi seçimlerinin sonucu. Annenizin bilip bilmemesi gerektiği konusundaki düşünceniz ise vicdanınızın güçlü olduğunu gösteriyor. Ama her şeyden önce, sizin güvenliğiniz ve psikolojik sağlığınız gelmeli. Bu yüzden, tek başınıza hareket etmek yerine, mutlaka destek alarak adım atın. Sevgilerimle💕Psikolog İrem Gülsün Zengin
Merhaba Sevgili Danışanım,Anlattıklarınız, hem duygusal olarak yoğun hem de aile içi ilişkiler açısından karmaşık bir süreci yansıtıyor. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, kıskançlık duygusu, özellikle kardeş ilişkilerinde oldukça yaygındır. Bu duygu, çoğu zaman “kötü” ya da “ayıp” bir his gibi görülse de, aslında insanın kendini koruma ve değer görme ihtiyacından doğar. Yani kıskançlık, sizin “değersizim” diye düşündüğünüz bir durum karşısında ortaya çıkan doğal bir tepkidir. Burada önemli olan, bu duyguyu fark edip sağlıklı bir şekilde yönetebilmek. Siz zaten bunun farkındasınız ve bu çok önemli bir ilk adım. Bahsettiğiniz durumun temelinde, kardeşinizin aldığı fırsatlar ve ilgiyi, sizin alamamanızdan doğan bir adaletsizlik algısı var. Kardeşinizin kurslara gitmesi, ona gösterilen destek, sizin ise yaz boyunca bu tür imkanlardan mahrum kalmanız, ister istemez bir karşılaştırmaya yol açar. Bu noktada şunu bilmek değerli: İnsan beyni, yakın ilişkilerde özellikle eşitlik ve adalet arar. Bu beklenti karşılanmadığında, sadece kıskançlık değil, kırgınlık, dışlanmışlık ve öfke de hissedilir. Sizde de bu duygular bir arada, hem kardeşinize hem de ailenize karşı farklı yoğunluklarda kendini gösteriyor. Kıskançlıkla baş etmenin ilk adımı, duyguyu bastırmak yerine onu anlamaktır. Kendinize şu soruları sorabilirsiniz: “Kardeşimin mutlu olması beni neden rahatsız ediyor?” “Aslında ihtiyacım olan şey ne?” Büyük ihtimalle cevabınız “ilgi, fırsat ve değer görmek” olacak. Burada mesele, kardeşinizin sahip olduklarını elinden almak değil; sizin de benzer fırsatlara ve ilgiye erişebilmeniz. Bu farkındalık, kıskançlığı “zararlı” bir duygudan “bir ihtiyacın sinyali” haline dönüştürür. Ailenizle olan iletişiminizde, bu duyguları açıkça ifade etmek önemli. Ancak bunu yaparken, suçlayıcı değil, “ben dili” kullanmak etkili olur. Örneğin, “Kardeşim kurslara giderken ben evde kalınca kendimi değersiz hissediyorum” demek, “Beni sevmiyorsunuz” demekten daha yapıcıdır. Bu sayede aileniz savunmaya geçmek yerine, sizin hislerinizi anlamaya daha açık olur. Kardeşinizle ilişkinize gelince… Şu anda hissettiğiniz kıskançlık, onunla olan bağınızı zorlayabilir. Oysa uzun vadede kardeş desteği, hayatınızda en kıymetli kaynaklardan biridir. Bu yüzden, aranızdaki ilişkinin sadece rekabet üzerine kurulmasına izin vermemek önemli. Kardeşinizle ortak keyif aldığınız şeyleri yapmak, onun başarılarını kutlarken kendi güçlü yönlerinizi de keşfetmek, bu dengeyi kurmanıza yardımcı olur. Unutmayın, sizin değeriniz onun yaptıklarından bağımsızdır. Kendinizi sevmek ve değerli hissetmek ise, başkalarının onayıyla tamamen sağlanamaz. Elbette aile desteği önemlidir ama öz-değer, kendi gözünüzde kim olduğunuzu kabul etmekle başlar. Bunun için küçük ama etkili adımlar atabilirsiniz: Günlük olarak güçlü yönlerinizi yazmak, başardığınız küçük şeyleri fark etmek, size iyi gelen hobilerle zaman geçirmek. Bu tür pratikler, zamanla içsel güveni güçlendirir. Bir diğer önemli nokta, “kendini affetme” dediğiniz konu. Kardeşinize karşı hissettiğiniz kıskançlık yüzünden suçluluk duymanız çok doğal ama bu, sizi kötü bir insan yapmaz. Bu duyguyu kabullenmek, kendinize şefkat göstermek ve “Bunu yaşıyorum çünkü insanca bir durum” diyebilmek, suçluluk yükünü hafifletir. Kendinizi yargılamak yerine, “Ben şu an böyle hissediyorum ama bu his zamanla değişebilir” demek, zihninizi rahatlatır. Son olarak, bu sürecin tek başınıza taşımanız gereken bir yük olmadığını bilmenizi isterim. Hislerinizi güvendiğiniz bir arkadaşınızla, bir öğretmenle veya bir psikologla paylaşmak, hem duygusal yükünüzü hafifletir hem de farklı bakış açıları kazandırır. Özetle, şu adımlar size iyi gelebilir:Duygunuzu bastırmadan anlamaya çalışmak. Ailenize duygularınızı “ben dili” ile aktarmak. Kardeşinizle rekabet yerine ortak paydalar yaratmak. Öz-değerinizi kendi güçlü yanlarınızdan beslemek. Kendinize şefkat gösterip suçluluk yükünü azaltmak. Destek alabileceğiniz kişilerle iletişimde olmak. Siz farkında olsanız da olmasanız da, bu yazdıklarınız gelişime açık, olgun bir farkındalık taşıyor. Bu, duygularınızı yönetme sürecinizin en güçlü temeli olacak. Sevgilerimle💕 Psikolog İrem Gülsün Zengin
Sevgili Danışanım,Anlattıklarınız, hem bedensel hem de ruhsal açıdan sizi zorlayan, birbiriyle bağlantılı birçok duyguyu barındırıyor. Öncelikle şunu söylemek isterim ki, hissettiklerinizin “fazla” ya da “abartı” olmadığını bilmek önemli. Kendi bedeninizden memnun olmamak, toplumdan ya da çevreden gelen olumsuz yorumlar, hassas bir yapıya sahip olmak ve sürekli kıyas içinde hissetmek… Bunların her biri tek başına bile zorlayıcıdır. Hepsi bir araya geldiğinde yaşadığınız yorgunluk ve mutsuzluk çok anlaşılır. İlk olarak, beden algınızdan başlayalım. Kilo verme zorluğu sadece fiziksel bir mesele değildir; motivasyon, ruh hali, stres, uyku düzeni, hormonal denge ve sosyal çevre gibi pek çok faktörle ilgilidir. Siz de farkındasınız ki, kilonuzla ilgili hisleriniz, sadece aynaya baktığınızda değil, sosyal ortamlarda da kendinizi rahat hissetmemenize yol açıyor. Bu durum zamanla özgüveni zedeler, sosyal kaçınma davranışlarını artırır ve “kendinden nefret” gibi ağır duygulara kadar ilerleyebilir. Burada önemli olan, kilo ya da fiziksel görünümü bir “değer ölçüsü” gibi görmemek. Elbette daha sağlıklı hissetmek için yaşam tarzı değişiklikleri yapılabilir ama bu süreç, öz-nefretle değil, öz-şefkatle ilerlediğinde çok daha kalıcı ve huzurlu sonuç verir. İkinci olarak, hassasiyetiniz ve olumsuz sözlere verdiğiniz tepkilerden bahsedelim. Hassas bir kişilik, başkalarının söylediği ya da ima ettiği şeylere karşı daha derin ve yoğun duygular hissetmeye eğilimlidir. Bu, bir zayıflık değil; empati, duyarlılık ve derinlik gibi güçlü yönlerle de bağlantılıdır. Ancak, olumsuz yorumlar karşısında “fazla tepki” verdiğinizde, hem siz yoruluyorsunuz hem de çevrenizde yanlış anlaşılabiliyorsunuz. Burada hedef, duygularınızı bastırmak değil, tepkilerinizi daha bilinçli yönetebilmek. Bunun için duygularınızı ifade etmeden önce kısa bir duraksama, nefes alma ve “Bunu şimdi söylemek bana iyi gelir mi?” diye sormak, zamanla çok işe yarar. Üçüncü olarak, kıyas meselesine değinelim. Kendinizi sürekli başkalarıyla karşılaştırmak, benlik saygısını düşüren en güçlü alışkanlıklardan biridir. Çünkü bu kıyas genellikle adil olmaz; insanlar başkalarının en iyi yanlarını, kendi en zorlandıkları noktalarla karşılaştırır. Üstelik başkalarının da kendi içinde farklı sorunlar yaşadığını unuturuz. Burada zihinsel bir farkındalık geliştirmek, yani “Bu düşünce bana iyi geliyor mu?” sorusunu sormak, kıyasın yarattığı yükü hafifletebilir. Sizin sorularınızdan biri de “Beni önemsemeyen insanlardan nasıl uzaklaşabilirim?” Bu noktada, ilişkilerde sağlıklı sınırlar koymak kritik. Herkesi düşünmek, nazik olmak ve empati göstermek güzel ama eğer bu tek taraflı hale gelirse, sizi yıpratır. Öncelikle, sizin için değerli olmayan, destek vermeyen, hatta sizi aşağıya çeken ilişkilerden mesafeli durmak, kendinize verdiğiniz değerin bir göstergesidir. Uzaklaşmak her zaman “kopmak” anlamına gelmez; iletişim sıklığını azaltmak, paylaşımları sınırlamak da etkili bir yöntemdir. Yalnızlık konusuna gelirsek… Yalnızlık bazen gerçekten iyileştirici, bazen de korkutucu olabilir. Bunun sebebi, yalnız kaldığınızda zihninizin bastırdığınız düşünceleri ve duyguları yüzeye çıkarmasıdır. Dolayısıyla, yalnızlıkla barışmak, aslında kendinizle barışmanın önemli bir parçasıdır. Bunun için yalnız kaldığınız zamanlarda zihninizi meşgul eden, keyif aldığınız küçük rutinler oluşturmak faydalı olur (yürüyüş, yazı yazmak, müzik dinlemek, yaratıcı hobiler gibi)Kendinizle barışık olmanın “bir hayal” olduğunu düşünmeniz, şu anki ruh halinizin bir yansıması. Ancak unutmayın ki bu, geliştirilebilen bir beceridir. Kendinizle barışmak, her yönünüzü sevmeniz anlamına gelmez; olumsuz gördüğünüz yönlerinizle bile şefkatli bir şekilde yaşamayı öğrenmeniz demektir. Bunun için hem öz-şefkat egzersizleri hem de destekleyici bir çevre çok önemlidir. Son olarak, “artık tek başıma savaşmak istemiyorum” cümleniz çok kıymetli bir farkındalık. Çünkü bu, yardım istemenin güçsüzlük değil, cesaret olduğunu kabul ettiğinizi gösterir. Profesyonel destek almak, hem bedensel hem ruhsal değişim sürecinizi hızlandırır. Ayrıca, sizi sevdiren insanlar ve etkinlikler her zaman yanınızda olmasa bile, bu kaynakların varlığı sizin dayanma gücünüzü artırır. Özetle, yapabileceğiniz ilk adımlar şunlar olabilir: Kendinize karşı daha yumuşak bir dil kullanmak, kıyas alışkanlığınızı fark edip yavaşlatmak, sizi yıpratan kişilerden mesafe almak, yalnızlıkla dost olmayı öğrenmek ve profesyonel destekten çekinmemek. Siz hem değişim isteğini fark etmiş hem de bu yolda ilk adımı atmışsınız; bu, sandığınızdan çok daha güçlü bir başlangıçtır. Sevgilerimle💙Psikolog İrem Gülsün Zengin
Merhaba Sevgili Danışanım,Anlattığınız durum, hem olayın kendi karmaşıklığından hem de sizin zihinsel olarak üzerinde fazla durma eğiliminizden kaynaklanan yoğun bir duygusal yük barındırıyor. Her şeyi çok fazla düşünme, ayrıntılara takılıp çıkamama ve zihinsel olarak tekrar tekrar aynı senaryoları kurma, kişinin hem ruhsal enerjisini tüketir hem de mevcut sorunları olduğundan daha büyük hissettirir. Burada yaşadığınız sıkıntı iki boyutlu görünüyor: Birincisi, ablanızın sevgilinizin abisiyle ilişki yaşamasını kabullenememeniz; ikincisi ise genel olarak bu durumun sizde tetiklediği güvensizlik, kıskançlık ve sürekli düşünme hali. Öncelikle, “normal gelmiyor” demeniz çok anlaşılır. Çünkü yakın aile bireyinizin, kendi hayatınızın bir parçası olan biriyle romantik ilişki yaşaması, sınırların bulanıklaştığı, rollerde karışıklık hissedilen bir durum yaratır. Böyle bir bağ, bazı kişiler için sorun olmazken, bazı kişilerde rahatsızlık, kıskançlık ya da huzursuzluk uyandırabilir. Burada önemli olan, kendi duygularınızı yargılamadan anlamaya çalışmak. “Ben neden böyle hissediyorum?” sorusuna cevabı, olayın size hissettirdiği mahremiyet ihlali, kontrol kaybı ya da aile içi rollerin değişmesi gibi konularda arayabilirsiniz. İkinci olarak, yaşadığınız güvensizlik hissi sadece bu olaya değil, aynı zamanda zihinsel olarak olayları büyütme ve kontrol etme isteğinize de bağlı olabilir. Siz “uzakta olunca da rahat edemiyorum, acaba ne yapıyorlar” dediğinizde, zihniniz aslında sürekli tetikte kalıyor. Bu durum, anksiyete (kaygı) döngüsünün tipik bir örneği: Kaygı, sizi daha çok düşünmeye iter; düşündükçe yeni senaryolar üretirsiniz; bu senaryolar kaygınızı artırır; böylece döngü devam eder. Ayrıca, “kinleniyorum” ifadeniz, bu durumun sadece kaygı değil, aynı zamanda öfke ve kırgınlık da yarattığını gösteriyor. Öfke genellikle bir değerin ihlali hissedildiğinde ortaya çıkar. Belki de burada sizin için ihlal edilen değer, güven ya da aile içi sadakat algısı olabilir. Bu tür yoğun duygular, kişinin olayları objektif değerlendirmesini zorlaştırır. Bunun yanında, gördüğünüz özel mesajlar, güven duygunuzu daha da zedelemiş. Burada önemli bir fark var: Mesajlar ne kadar rahatsız edici olursa olsun, sürekli onları zihninizde tekrar tekrar canlandırmak, rahatsızlığınızı kalıcı hale getirir. Beyin, bir olayı hatırladığında, onu yeniden yaşamak gibi biyolojik bir tepki verir. Bu nedenle her hatırlayışta duygularınız yeniden tetikleniyor. Peki, bu durumdan nasıl çıkabilirsiniz? Öncelikle, gerçekçi sınırlar belirlemeniz gerekiyor. Ablanızın ilişki tercihi üzerinde doğrudan bir kontrolünüz yok. Bu, sizin onayınızla veya onayınız olmadan devam edebilecek bir durum. Kontrol edemediğiniz şeylere odaklanmak yerine, kontrol edebileceğiniz alanlara (kendi duygularınıza, tepkilerinize ve yaşamınıza) odaklanmanız kaygıyı azaltır. İkinci olarak, zihinsel döngüleri kırmak için bilinçli farkındalık (mindfulness) çalışmaları faydalı olabilir. Bu teknikler, zihninizi tekrar tekrar aynı düşüncelere dönmekten alıkoymaz, ama onlarla aranıza mesafe koymayı öğretir. Mesela, aklınıza “şu an ne yapıyorlar?” sorusu geldiğinde, bunu bir “düşünce” olarak etiketleyip, üzerinde oyalanmadan dikkatinizi başka bir eyleme yönlendirmek, zamanla zihinsel esnekliğinizi artırır. Üçüncü olarak, bu olayı sevgilinizle ilişkinizin temelinde bir güven problemi haline getirmemek için sınırlarınızı net ifade etmeniz önemlidir. “Şu konular bana rahatsızlık veriyor” diyerek somut biçimde dile getirmek, karşı tarafın da nerede duracağını anlamasına yardımcı olur. Ancak bu konuşmaların suçlama tonunda değil, duygusal ihtiyaç odaklı yapılması gerekir. Son olarak, bu kadar yoğun huzursuzluk, öfke ve kaygı bir aradaysa, kendi ruhsal sağlığınızı korumak için profesyonel destek almayı düşünebilirsiniz. Bazen dışarıdan bir uzmanın rehberliği, hem duygularınızı daha net anlamanızı hem de sağlıklı baş etme yöntemleri geliştirmenizi kolaylaştırır. Unutmayın, şu an hissettiğiniz duygular “anormal” değil, ama sürekli bu yoğunlukta kalmak hem sizi hem de ilişkilerinizi yıpratır. Amacınız, duyguları yok etmek değil, onları yönetebilecek bir dengeye ulaşmak olmalı. Bu denge, hem sizin iç huzurunuz hem de ilişkilerinizin sağlığı için gereklidir. Sevgilerimle✨Psikolog İrem Gülsün Zengin