Uzm. Kl. Psk. Elif Kızılkaya
Türkiye, İstanbul
Depresyon, Ergen ve Yetişkin Terapisi, Travma Odaklı
Uzman Hakkında
Psikoloji Lisans eğitimimi Bilgi Üniversitesinde tamamladım.
Klinik Psikoloji Yüksek Lisans eğitimimi Okan Üniversitesinde tamamladım.
Fransız Lape Hastanesinde Eğitim ve Staj Programına katıldım.
Dinamik ve Bilişsel Davranışçı Terapi ekollerinde geliştirdim kendimi.
Kliniklerde stajlar yaptım.
Yaklaşık 3 yıldır online ve yüzyüze terapi veriyorum
Eğitim
- Bilgi Üniversitesi - Lisans
- Okan Üniversitesi - Yüksek Lisans
Seminerler / Konferanslar (Sertifikalar)
- Bilişsel Davranışçı Terapi
- Dinamik Terapi
Uzmanlık Alanları
Çalışma Ekolleri
- Dinamik
- BDT
Cevaplar (97)
Merhaba Sevgili Danışan,Yaşadığın şeyin seni bu kadar derinden etkilemesi çok anlaşılır. Bazen bir insanla çok kısa süreli bir deneyim bile, içimizde yıllardır dokunulmamış bir yere temas eder. Çünkü o kişi, yalnızca bir “biri” değildir; bizdeki bir ihtiyaca, bir eksikliğe, bir ilgiye veya bir ilgi açlığına dokunur. Bu yüzden, sadece bir buluşma gibi görünen şey, aslında iç dünyamızda çok daha fazlasına dönüşebilir. Senin anlattıklarında da bu çok net hissediliyor. O gün belki etkilenmemiştin ama o temas ilk defa yaşadığın bir öpücük, ilk heyecan, ilk yakınlık sende daha önce varlığını fark etmediğin duygulara bir kapı aralamış. Ardından yaşanan belirsizlik, onun birden uzaklaşması, senin çabanın karşılık bulmaması… tüm bunlar seni hem şaşırtmış hem de kırmış. Çünkü bir yandan “neden bu kadar umursuyorum?” diye kendine sorarken, diğer yandan içten içe “ben neyi eksik yaptım?” sorgusuna girmişsin. Ama burada şunu fark etmek çok önemli: O kişinin davranışları senin değerini tanımlamıyor. Sen, sadakatini sorguladığın için aldatılmayı “hak etmiş” biri değilsin. Hiç kimse böyle bir cezayı hak etmez. Bir ilişkide güven, iki tarafın ortak emeğiyle kurulur; şüphe duyduğun için suçlu değil, aslında sadece insansın. Çünkü sevmek, kaybetme korkusunu da beraberinde getirir. Senin yaptığın, sevdiğin insanı anlamaya çalışmaktı. Onun “sadakatimi sorguladığın için sadakatsizlik bul istedim” cümlesi ise, bir savunma mekanizmasının ürünü. Bazı insanlar kendi hatalarıyla yüzleşemediğinde, sorumluluğu karşısındakine yansıtmayı seçer. Bu şekilde suçluluk duygusundan kaçmaya çalışır. Yani burada “kusurlu” olan davranışın senin değil, onun olgunluk eksikliğinin bir sonucu olduğunu bilmek çok önemli. Bütün bunlara rağmen, sen affetmek istedin. Çünkü kalbin, aklından çok daha güçlüydü. “Belki değişir, belki anlar, belki bu defa olur” dedin. Ama o, seni suçlamayı tercih etti. Ve işte bu, insanın içini en çok acıtan şeydir: Hatalı olan kişi özür dilemek yerine seni suçladığında, sen hem kırılmış hem de haksızlığa uğramış hissedersin. Çünkü senin tek istediğin bir açıklamaydı, bir özür, bir “haklısın” duygusuydu. Ama onu hiç alamadın. Bu yüzden bugün hâlâ onu düşündüğünde, aslında sadece onu değil, o eksik kalan duyguyu “neden bana bunu yaptı?”, “neden özür dilemedi?” sorularını da düşünüyorsun. Çünkü hikâyenin bir kapanışı olmadı. İnsan zihni, kapanmamış hikâyeleri sürekli tekrar eder. Bu bir takıntı değil; beynin anlamlandırmaya, adalet bulmaya çalışmasıdır. Şunu unutmamalısın: Senin sevgin bir hata değil, bir kapasite göstergesi. Birini gerçekten sevebilmek, bağ kurabilmek, duygusal bir derinliğe sahip olmak her insanda olan bir özellik değil. Evet, bu özellik seni kırılgan yapıyor, ama aynı zamanda seni insan yapan da bu. Şu anda yaşadığın yas süreci, kaybettiğin bir ilişkiye değil, o ilişkiyle birlikte kaybettiğin “inanca” dair. İnanmaya, güvenmeye, sevmenin iyi bir şey olduğuna olan inanca. .. Zamanla bu duygular değişecek. Çünkü sen şu anda zaten iyileşmeye başlamışsın. Ağlamak, yazmak, konuşmak, paylaşmak… bunların hepsi ruhunun kendini temizleme biçimleri. Ve bir gün fark edeceksin: O kişi artık seni acıtmayacak. Adını duyduğunda kalbin sıkışmayacak. Sadece “evet, bir zamanlar çok canımı yakan bir hikâyem vardı” diyeceksin. Çünkü sen o hikâyenin sonunda, kendini tanımaya başladın. Unutma; seni en çok inciten insanlar bile bazen en çok öğretenler olur. Ama o öğretinin içinde kendine suç arama. Sen yanlış sevmedin. Sadece yanlış birine denk geldin. Uzman Klinik Psikolog Elif Kızılkaya
Merhaba Sevgili Danışan,Yazdıklarını okurken, satır aralarına sığmış yılların ağırlığını, bastırılmış duyguların sesini ve bir yandan da içsel gücünü derinden hissedebiliyorum. Bu kadar açık, içten ve cesur bir paylaşımda bulunmak gerçekten kolay değildir. Çünkü sen, sadece bir ilişkiden değil, kendinle olan ilişkindeki karmaşadan da bahsediyorsun. Ve bu, farkındalığın başlangıcıdır. Anlattıklarından, hayatının erken dönemlerinde duyguların ifade edilmesine alan tanınmayan, sevginin “kontrol” ve “güç” üzerinden tanımlandığı bir aile ortamında büyüdüğün anlaşılıyor. Çocuklukta alınan bu mesajlar “ağlama”, “duygunu belli etme”, “güçlü ol”, “söz geçirtme” yetişkinlikte sevgiye ve yakınlığa karşı içsel bir alarm sistemi oluşturur. Çünkü çocuk zihni şöyle öğrenir: “Yakınlık tehlikeli, duygular zayıflık, bağlanmak kaybettirir. ”Bu nedenle birine gerçekten yaklaşmaya başladığında, zihnin alarm verir ve seni korumaya çalışır. O “kaçma” isteği, “duygularımı göstermemeliyim” tavrı, hatta “karşı tarafın hayatıma tam olarak girmesine izin vermemem” eğilimi bilinçli bir tercih değil, öğrenilmiş bir korunma biçimi. Yani, duygusal bağ seni korkutuyor çünkü geçmişte yakınlık acıyla eşleşmiş. İlişkilerinde bir noktada “kaçma” davranışının tekrar etmesi, duygusal bağ kurma kapasitenin zayıf olduğu anlamına gelmez. Tam tersine, içinde yoğun bir bağlanma arzusu var ama bu arzunun tetiklediği korkular onu bastırıyor. Bu yüzden birini gerçekten sevdiğinde, sevgi aynı zamanda korkuyu da uyandırıyor. Bahsettiğin son ilişkinde yaşadıkların da bu dengesizliğin yansıması gibi görünüyor. Aranızdaki bağ hem çekici hem de kafa karıştırıcı; hem yakınlık hem mesafe barındırıyor. Çünkü birbirinizi benzer yerlerden yaralamış iki insan gibisiniz. Sen ondan kaçtığında o seni anlamlandıramıyor, o senden uzaklaştığında senin çocuklukta yaşadığın terk edilme duygusu yeniden aktive oluyor. Bu da ilişkide “yaklaş-uzaklaş” döngüsü yaratıyor. Bu döngü toksik olmak zorunda değil, ama duygusal olarak oldukça yorucu. “Beni kendimden şüphe ettiriyor” dediğin yerde aslında hem onun davranışlarının tutarsızlığı hem de senin kendi duygularına yabancılığın var. Çünkü sen hâlâ “sevgi nasıl hissedilir?”, “bağlanmak güvenli midir?” gibi sorularla içsel bir savaş veriyorsun. Ailenin sevgi modelinde gördüğün “soğukluk” seni duygusal olarak mesafeli biri yapmış, ama aslında içinde görülmek, anlaşılmak ve sonunda sevilmek isteyen bir yan hep var. Kendini “soğuk, empatisiz, duygularını belli edemeyen biri” olarak tanımlaman, çocukken duyuların bastırıldığı bir evin doğal sonucudur. O evde duygular ifade edilmediği gibi, hatta cezalandırıldığı için senin sistemin duyguyu “tehdit” olarak kodlamış. Şimdi biri o duyguyu uyandırdığında —örneğin biri sana gerçekten şefkatli davrandığında zihnin hemen alarma geçiyor: “Bu duygu bana yabancı, güvenli değil. ”Ama fark et, artık o evde değilsin. Artık yetişkin bir sensin ve bu duygularla baş edebilecek güçtesin. Sadece bu duygularla nasıl temas kuracağını öğrenmen gerekiyor. Çünkü bastırılmış duygular, yok olmaz; sadece farklı maskelerle geri döner: öfke, uzaklık, kararsızlık, hatta “umursamazlık. ”Şu anda yaşadığın şeyin adı duygusal yeniden keşif süreci. İlk defa birinin yanında “uyuyabilmiş” olman bile bunun bir göstergesi. Çünkü o anda bedenin “artık biraz güvenebilirim” diyor. Bu küçücük ama çok önemli bir adım. Duygularına yabancı olduğunu söylemen bile, aslında duygularına yaklaşmaya başladığını gösteriyor. Şunu bilmeni isterim: Senin duygusal karmaşan bir “bozukluk” değil, bir öğrenilmiş hayatta kalma biçimi. Çocukken seni koruyan bu mekanizmalar, şimdi yetişkin ilişkilerinde seni kısıtlıyor. Terapide yapılacak olan şey, o çocukla yeniden tanışmak, ona “artık güvendesin” demeyi öğrenmek. Bu süreçte kendine şefkatli ol. Kendini çözmeye çalışırken geçmişine kızma. Çünkü o küçük çocuk, ağlayamadığı her gecede, hislerini bastırmak zorunda kaldığında, sadece hayatta kalmaya çalışıyordu. Şimdi yetişkin senin görevi, o çocuğu susturmak değil; onu dinlemek. Sevgi bazen korkutur, ama korku her zaman kaçmamızı gerektirmez. Bazen sadece yavaşlamak, duyguyu yakından tanımak yeterlidir. Sen şu anda bunu yapıyorsun yazıyorsun, fark ediyorsun, sorguluyorsun. Ve bu, iyileşmenin ta kendisi. Uzman Klinik Psikolog Elif Kızılkaya
Merhaba Sevgili Danışan,Paylaştıkların, uzun süreli bir ilişkinin içinde yaşanan duygusal uzaklaşmanın insan üzerinde nasıl bir etki bıraktığını çok derin bir şekilde hissettiriyor. On yıl gibi bir zaman dilimi, bir çiftin hayatında birçok değişimin, büyümenin ve bazen de farkında olmadan uzaklaşmaların yaşanabileceği uzun bir süreçtir. Bu yüzden şu anda hissettiğin değersizlik, yalnızlık ve duygusal yorgunluk oldukça anlaşılır duygular. Anlattıklarından, eşinin kaba ya da kırıcı biri olmadığı; ama duygusal yakınlığın bir süredir zayıfladığı anlaşılıyor. Bu tür durumlarda çoğu zaman mesele “sevgisizlik” değil, sevginin ifade biçiminin değişmesidir. Sen bir zamanlar o sevgiyi içtenliğinle hissedebiliyordun; şimdi ise onun davranışlarında bir “otomatikleşme”, yani içtenliğin yerini zorunluluk hissinin alması seni derinden etkiliyor. Bu his, çoğu ilişkide kişinin “değersizleşme” algısını tetikler. Çünkü bir noktadan sonra, karşımızdakinin sevgisini görmek değil, hissetmek isteriz. “Artık bana gıcık olduğunu hissediyorum” demen, aslında duygusal temasın kaybolduğuna dair bir sezgiyi anlatıyor. Bir ilişki sadece sözlerle değil, küçük jestlerle, mimiklerle, bakışlarla da beslenir. Ve bu temas azaldığında kişi kendini görünmez hisseder. Bu görünmezlik, zamanla “değer verilmeme” algısına dönüşebilir. Eşinin seni “takıntılı” olmakla suçlaması da seni daha fazla içe kapatmış gibi görünüyor. Oysa senin yaptığın şey, ilişkiye dair ihtiyaçlarını ve duygularını ifade etmek. Ne yazık ki bazı ilişkilerde partnerlerden biri duygusal konular karşısında kaçınmacı bir tavır sergileyebiliyor. Bu durum, senin gibi duygusal farkındalığı yüksek bir kişide “anlaşılmama” hissini derinleştiriyor. Oysa iletişim, bir suçlama değil, bir köprü kurma çabasıdır. Eşinin yeni bir işe başlaması da ilişkideki dinamiği değiştirmiş olabilir. Yeni bir ortam, yeni insanlar, farklı etkileşim biçimleri… Bazen bu tür değişiklikler, kişinin odağını farkında olmadan partnerinden uzaklaştırabilir. Ancak bu, her zaman sevgisinin azaldığı anlamına gelmez. Kimi zaman stres, yorgunluk veya yeni sorumluluklar da duygusal geri çekilmelere neden olabilir. Yine de, senin hissettiğin uzaklaşma duygusu gerçektir ve önemlidir. Çünkü bu, sadece bir “düşünce” değil; bedeninle, kalbinle, sezgilerinle fark ettiğin bir değişim. Bu noktada kendine şunu hatırlatmanı isterim: Duyguların fazla değil, anlamlı. Takıntı değil, farkındalık. Sen ilişkinde duygusal bağa ihtiyaç duyuyorsun bu bir zayıflık değil, bir bağlanma ihtiyacı. Evliliklerde bazen taraflardan biri duygusal olarak uzaklaşırken diğeri bu boşluğu fark eder ve daha çok çaba göstermeye başlar. Bu asimetrik çaba da kişiyi zamanla yorar. “Ben mi çok alttan alıyorum, ben mi fazla hissediyorum?” gibi soruların temelinde, aslında eşit duygusal karşılık bulamamanın yorgunluğu vardır. Bu yorgunluğu hissetmen son derece doğal. Şu anda yapabileceğin en sağlıklı adımlardan biri, kendine biraz alan tanımak ve ilişkideki değeri sadece eşinin davranışları üzerinden tanımlamayı bırakmak olabilir. Değer, bir başkasının gösterdiği sevgiyle değil; senin kendine gösterdiğin özenle de pekişir. Eşinle iletişim kurarken suçlamadan, ama açık bir dille “ben diliyle” konuşmak işe yarayabilir. Örneğin:“Son zamanlarda aramızda mesafe hissettiğimde üzülüyorum. Seninle konuşmak bana iyi geliyor ama bunu yapamadığımızda kendimi yalnız hissediyorum. ”Bu tür cümleler, hem duygunu ifade eder hem de karşındakine saldırı gibi gelmez. Ancak iletişimin tek taraflı yürümemesi gerektiğini de unutmamak önemli. Sen sürekli deniyorsan ama o duvar örüyorsa, bu duvarın nedenini keşfetmek için çift terapisi desteği almak uzun vadede ilişkiye iyi gelebilir. Unutma, senin hissettiklerin “fazla” değil, “önemli”. Görülmek, duyulmak ve anlaşılmak herkesin hakkı. Sen bunu hak ediyorsun. Kendine biraz zaman ver. Şu an yorgunsun, ama bu yorgunluğun içinde farkındalık da var. Fark eden bir insan, değişim için ilk adımı zaten atmış demektir. Ve bazen o değişim, önce ilişkiden değil, kendine yeniden dönmekten başlar. Uzman Klinik Psikolog Elif Kızılkaya
Merhabalar,Çocuğunuzun size karşı şu anda sergilediği mesafeli tutum, “beni sevmiyor” gibi çok sarsıcı ve üzücü bir şekilde hissedilebilir. Bu duygunun sizde yarattığı hayal kırıklığını, değersizlik hissini ve yorgunluğu anlıyorum. Özellikle bir anne olarak çocuğunuzdan beklediğiniz karşılık sevgi ve yakınlık iken, onun sizi ikinci plana atması ya da “sen git” gibi ifadeler kullanması, içsel olarak oldukça kırıcı olabilir. Ancak bu tür davranışlar genellikle anneyle çocuk arasındaki bağı zedeleyen bir durumdan değil, çocuğun doğal gelişimsel sürecinden kaynaklanır. Dört yaş, çocukların benlik gelişiminin hızla ilerlediği, bağımsızlık duygusunun öne çıktığı, “ben” olma bilincinin şekillendiği bir dönemdir. Bu dönemde çocuk, sevdiği ve güvendiği kişilere çoğu zaman anneye karşı sınır testleri yapar. “Anneye karşı çıkma”, “onun dediğinin tersini yapma”, “onu reddetme” gibi davranışlar, çoğunlukla sevgisizlikten değil, “ben ayrı bir bireyim” mesajını iletme çabasından doğar. Çocuğunuzun davranışlarını, bu gelişimsel dönemin içinde anlamlandırmak, yaşadığınız duygusal yükü biraz hafifletebilir. Diğer yandan, annenin çocuğun davranışlarına sınır koyan kişi konumunda olması, genellikle bu tür durumlarda çocuğun “baba”, “babaanne” ya da “dede” gibi daha esnek veya oyun odaklı figürlere yönelmesine yol açabilir. Çocuk, kendisini kısıtlanmadan ifade edebildiği, sürekli “yapma” veya “dur” uyarısı duymadığı kişilerle geçici bir süre daha sıcak ilişki kurabilir. Bu durum, annenin sevgisinin değerini azaltmaz; aksine, çocuğun “güvenli bağ” kurduğu kişiye karşı bağımsızlığını deneme cesaretini bulduğunu gösterir. Çünkü bir çocuk, en güvendiği kişiden uzaklaşmayı göze alabilir. Bu paradoksal bir biçimde, aslında sevginin dolaylı ifadesidir. Babaannenin varlığıyla çocuğun size karşı daha ilgisiz görünmesi de bu bağlamda anlaşılabilir. Babaannenin yaklaşımında sınır koymama, daha fazla özgürlük veya oyun odaklı ilgi olabilir. Çocuğunuz bu durumda “anne kısıtlıyor, babaanne özgür bırakıyor” şeklinde bir deneyim yaşayabilir. Bu, gelişimsel olarak doğaldır ancak sizin açınızdan oldukça zorlayıcıdır. Çünkü çocuğunuzun davranışlarını kişisel bir reddedilme olarak hissedersiniz. Fakat burada önemli olan, bu duygunun farkına varıp, çocuğunuzun duygusal gelişimini sizinle olan bağın uzun vadeli gücü üzerinden değerlendirebilmektir. Bir annenin görevi, çocuğunu yalnızca mutlu etmek değil; onun duygularını düzenlemeyi, sınır koymayı ve güvenli bir çerçeve içinde dünyayı deneyimlemesini sağlamaktır. Bu da çoğu zaman çocuğun anlık hoşnutsuzluğuna neden olur. Ancak çocuk, uzun vadede güven duygusunu tam da bu sınırlar sayesinde geliştirir. Dolayısıyla bugün sizi itiyor gibi görünen çocuğunuz, aslında en derin düzeyde size güveniyor çünkü siz her koşulda oradasınız, istikrarlısınız, onun duygusal dalgalanmalarına rağmen yoksunuz demiyorsunuz. Yine de bu süreçte bazı küçük düzenlemelerle ilişkiyi yumuşatmak mümkün:Sınır koyarken neden belirtin. “Yapma” yerine “Şu anda koşmanı istemiyorum çünkü düşebilirsin. ” demek, çocuğunuzun sınırın nedenini anlamasını sağlar. Olumlu davranışları fark edin. Sürekli uyarı almak, çocuğu “ben hep yanlış yapıyorum” hissine sürükleyebilir. Gün içinde fark ettiğiniz olumlu davranışları vurgulamak, öz değerini destekler. Birlikte keyifli anlar oluşturun. Günün küçük bir kısmını sadece oyun, resim ya da hikâye okuma gibi “kuralsız” bir paylaşıma ayırın. Bu, ilişkideki sıcak bağı yeniden güçlendirir. Akraba ortamlarında tarafsız kalın. Çocuğunuz sizi geri ittiğinde incinseniz bile, “Ben buradayım, istediğinde gel. ” mesajı vermek, onu duygusal olarak serbest bırakır. Tepkisel geri çekilmek ya da kırgınlığı açıkça göstermek, çocuğun suçluluk hissetmesine ve uzaklaşmasının artmasına neden olabilir. Duygularınızı gözden geçirin. “Sevilmiyorum” düşüncesi çok ağır bir yüktür. Ancak çoğu zaman çocuk bunu söylemez; davranışlarıyla sınırları dener. Bu süreç geçicidir ve anne-çocuk bağının kalıcılığını zedelemez. Unutmayın, bir çocuk için anne sevgisi yaşamın temelidir. Bazen bu sevgi inatla, bazen uzak durarak, bazen de sizi reddederek ifade bulur. Çocuğunuzun size karşı gösterdiği bu davranışlar, bağınızın zayıfladığını değil, gelişimsel olarak yeni bir evreye geçtiğini gösterir. Şu anda yapabileceğiniz en kıymetli şey, sevgide ve tutarlılıkta istikrarlı kalmaktır. O, bir süre sonra yine size dönecek çünkü dünyasında en güvenli yerin siz olduğunu içsel olarak hep biliyor. Uzman Klinik Psikolog Elif Kızılkaya