Uzm. Kl. Psk. Elif Kızılkaya
Türkiye, İstanbul
Depresyon, Ergen ve Yetişkin Terapisi, Travma Odaklı
Uzman Hakkında
Psikoloji Lisans eğitimimi Bilgi Üniversitesinde tamamladım.
Klinik Psikoloji Yüksek Lisans eğitimimi Okan Üniversitesinde tamamladım.
Fransız Lape Hastanesinde Eğitim ve Staj Programına katıldım.
Dinamik ve Bilişsel Davranışçı Terapi ekollerinde geliştirdim kendimi.
Kliniklerde stajlar yaptım.
Yaklaşık 3 yıldır online ve yüzyüze terapi veriyorum
Eğitim
- Bilgi Üniversitesi - Lisans
- Okan Üniversitesi - Yüksek Lisans
Seminerler / Konferanslar (Sertifikalar)
- Bilişsel Davranışçı Terapi
- Dinamik Terapi
Uzmanlık Alanları
Çalışma Ekolleri
- Dinamik
- BDT
Cevaplar (119)
Merhaba Sevgili Danışan,İlişkinizde yaşadığınız yoğun duyguları, hem birbirinize bağlı kalmayı hem de zaman zaman çok yorulmayı aynı anda deneyimlemenin ne kadar karmaşık olduğunu anlıyorum. Üç yıldır sürdürdüğünüz bir bağ var ve bu bağın içinde hem aşk, hem kırgınlıklar, hem de çözülmemiş çatışmalar bir arada duruyor. Bu kadar iniş çıkışlı bir ilişkide zaman zaman kontrolü kaybetmiş gibi hissetmek, gelecekle ilgili belirsizlik yaşamak ya da “daha çok sevsin, sadece beni görsün” gibi arzulara tutulmak çok insani tepkiler. Öncelikle şunu söylemem önemli:Yoğun kıskançlık, partneri tamamen kendine yöneltme isteği ve ilişkide kontrolü kaybetme korkusu genellikle kaybetme endişesi, değersizlik duygusu ya da ilişki içinde güvende hissetmeme ile bağlantılıdır. Bu hisler seni kötü biri yapmaz; sadece ilişki içinde duygusal güvenliğe ihtiyaç duyduğunu gösterir. Kıskançlık çoğu zaman “severim” değil, “kaybetmek istemiyorum ve bu beni çok korkutuyor” demenin başka bir yoludur. Sevgilinin ailesiyle yaşanan sorunlar da bu güvensizlik duygusunu büyütmüş olabilir. Kendini dışlanmış hissetmen, onların kabul etmeyişinin sende öfke, kırgınlık ve çaresizlik yaratması çok anlaşılır. Fakat partnerinin ailesiyle kuramadığı bu köprü, ikinizin arasındaki bağı da sürekli stres altında bırakıyor gibi görünüyor. Partnerinin seni sevmesine rağmen ailesine karşı net bir duruş sergileyememesi, senin açından “beni seviyor ama arkamda durmuyor” duygusuna dönüşerek ilişkideki güvensizliği besliyor olabilir. Tüm bu duygular birbirini tetiklediğinde ortaya çıkan şey çoğu zaman şudur:Sen daha çok bağlanma ve “beni daha çok sev” isteğiyle hareket ediyorsun,O ise arada kalmışlık ve baskı hissiyle geri çekilebiliyor,Bu da ilişkide çatışma, kıskançlık, kavga ve ayrılma dönme döngülerini sürekli tekrar ediyor. Oysa sağlıklı ve sürdürülebilir bir ilişkinin temel koşulu karşılıklı güven, duygusal sınırlar, iletişim becerileri ve bağımlı değil bağlı bir ilişki kurabilmek. Partnerin seni sadece sevdiği için değil, aynı zamanda ilişkide kendini huzurlu hissedebildiği için yanında kalmalı. Sen de ilişkide sadece onun sevgisine tutunmak yerine, kendi duygusal gücünü koruyabildiğinde daha tatmin edici bir bağ kurabilirsiniz. Bu noktada birkaç önemli şey söylemek isterim:1. Bir insanı “daha çok aşık etmeye” çalışmak, çoğu zaman ilişkiyi daha zorlar. Aşk, baskı, kıskançlık ya da kontrol isteğiyle büyümez. Aşk güvenle, alan tanımakla, bireysel gücü koruyarak ve sağlıklı iletişimle büyür. 2. Sorunlarınızı çözmenin yolu, duygusal ihtiyaçlarınızı açık ve suçlamadan konuşabilmekten geçer. “Beni bırakmandan korkuyorum, o yüzden çok tutuyorum” gibi duygular ilişki düzeyinde paylaşılabildiğinde bağ güçlenir. 3. Ailesiyle yaşadığınız sorun senin sorumluluğun değil. Bu, partnerinin yetişkinlik rolü içinde üstlenmesi gereken bir konudur. Onların tutumu seni değersiz kılmaz. Bu noktada partnerinin sınır koyma becerisi önemli. 4. Birlikte yaşama ve evlilik gibi büyük adımlar, önce ilişkinin sağlıklı bir zemine oturmasını gerektirir. Kavga barışma döngüsü, kıskançlık krizleri ve aile baskısı devam ederken atılan büyük adımlar ilişkiyi daha da zorlayabilir. 5. Bu duygusal yoğunluk seni çok yoruyorsa, terapi desteği almak ilişkin için çok iyileştirici olabilir. Kıskançlık, bağımlı bağlanma örüntüleri, değersizlik duygusu ve sınır koyma zorlukları terapiyle büyük ölçüde düzenlenebilir. Son olarak, şunu bilmeni isterim: Yaşadığın duygular “abartı” değil; ilişkide güvende hissetmeye ihtiyaç duymanın doğal bir yansıması. Ancak bu ilişkide kalabilmek ve gelecek planlayabilmek için hem senin duygusal dünyanda hem de partnerinin davranışlarında bazı şeylerin dönüşmesi gerekiyor. Sevgi var, bağ var ama sağlıklı bir ilişki sadece sevgiyle değil, olgun davranışlar, net sınırlar ve karşılıklı sorumlulukla sürdürülebilir. Uzman Klinik Psikolog Elif Kızılkaya
Merhaba Sevgili Danışan,Yaşadığın durumun seni ne kadar yorduğunu ve içinde büyük bir sıkışmışlık hissettiğini anlıyorum. Bir işe başlar başlamaz hemen ayrılmayı düşünmenin, uzun süre herhangi bir yerde kalamamanın, insanlarla kolayca tartışmaya girmenin ve bu döngünün sürekli tekrarlanmasının günlük yaşamında sende ciddi bir stres yarattığı çok açık. Bu durumun yalnızca “isteksizlik” ya da “bahane üretmek” gibi yüzeysel açıklamalarla anlaşılabilecek bir şey olmadığını; tam aksine, duygusal yüklerin ve geçmiş deneyimlerin birikmesiyle oluşmuş daha derin bir psikolojik sürece işaret ettiğini söyleyebilirim. Öncelikle şunu bilmeni isterim: Yaşadıkların seni “zayıf”, “tembel” ya da “yetersiz” yapmaz. Bir insan düzenli iş sürdüremiyorsa bunun arkasında çoğu zaman anksiyete, özgüven zorlukları, tükenmişlik, yoğun stres, değersizlik duyguları, aile baskısı, öfke kontrol güçlükleri ya da uzun süredir karşılanmayan duygusal ihtiyaçlar gibi karmaşık süreçler yer alır. Yani bu durum kendi başına çözülmesi gereken bir “irade meselesi” değil; senin ruhsal olarak zorlandığını gösteren bir sinyaldir. Aile içinde yaşadığın baskı ve aşağılanma duyguları da bu döngüyü daha da güçlendirmiş olabilir. Bir yandan annenden gelen eleştirilerle kendini yetersiz hissederken, diğer yandan iş ortamlarında en küçük zorlukta tetiklenen bir kaçınma döngüsüne girmen çok anlaşılır bir tepkidir. İnsan psikolojisi, güven ve destek hissetmediğinde genellikle kaçınma ve kendini koruma üzerinden çalışır. Bu nedenle “işe girer girmez ne zaman çıkacağımı düşünmeye başlıyorum” demen aslında bir tür kendini koruma mekanizması olabilir; çünkü zihnin yeni bir başarısızlık, eleştiri ya da çatışma yaşamamak için seni önceden hazırlamaya çalışıyor. Ancak bu döngü uzun vadede seni gerçekten tüketiyor ve kendi potansiyelini ortaya koymanın önüne geçiyor gibi görünüyor. Son zamanlarda “akıl sağlığımı kaybettim” demen, içinde biriken duygusal yükün ne kadar ağırlaştığını gösteriyor; ama bu his, kaygının ve çaresizliğin doğal bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Yani bu, geri dönüşü olmayan bir durum değil aksine doğru destekle çözülebilecek bir süreç. Burada önemli olan şu: Bu yaşadıkların bir bozulmanın değil, yardım gereksiniminin göstergesi. Senin gibi yıllardır iş sürdüremeyen, çatışmaya giren, güven duygusu zayıf olan ya da aile baskısıyla büyüyen birçok kişi terapi sürecinde bu döngüyü kırmayı başarıyor. Birlikte çalışıldığında;İş ortamında tetiklenen kaygı ve kaçınma döngülerinin anlaşılması,Tartışmaların altında yatan duygu ve düşünce kalıplarının fark edilmesi,Aile içi eleştirinin sende yarattığı özdeğer yarasının iyileştirilmesi,Kendini sabote eden davranışların nedenlerinin çözümlenmesi,Daha ayakta kalıcı ve gerçekçi bir çalışma düzeni kurman,mümkün hale geliyor. Seni zorlayan şeyin ne olduğunu tek başına taşımak zorunda değilsin. Bu süreçte profesyonel bir destek alman, duygularını güvenli bir ortamda ifade edebilmen, kendine yönelik utanç ve suçluluk duygularının azalması açısından çok kıymetli olacaktır. Şu an hissettiğin çaresizlik aslında bir son değil; bir değişim ihtiyacının işareti. Bunu birlikte çalışarak çözebiliriz. Önemli olan, kendini yargılamadan, bu döngünün nedenlerini anlamaya niyet etmen. İyileşmek mümkün ve yalnız değilsin. Uzman Klinik Psikolog Elif Kızılkaya
Merhaba Sevgili Danışan,Anlattıklarınızdan uzun süredir hem dış koşulların hem de aile içi ilişkilerin sizi duygusal olarak oldukça zorladığı, yalnızlaştırdığı ve değersizlik duygularını tetiklediği çok net anlaşılıyor. Bir yandan kendi hayatınızı yeniden toparlamaya, ayakta kalmaya ve psikolojik olarak kendinizi korumaya çalışırken; diğer yandan evin içinde sürekli kıyaslanan, yük bindirilen, görülmeyen ve haksızlığa uğradığını hisseden bir konumda kalmanız, insanın ruhsal dayanıklılığını ciddi biçimde yıpratan bir durumdur. Yaşadığınız şey yalnızca “kardeş çekişmesi” değil; aynı zamanda uzun süredir maruz kaldığınız duygusal baskı, değersizleştirilme ve rol adaletsizliğidir. KPSS süreci, kaygılar, başarısızlık deneyimi ve ardından gelen içe çekilme hali zaten başlı başına kişinin benlik algısını sarsan, özgüvenini zedeleyen bir yaşam olayıdır. Böyle bir dönemde aile içinde daha fazla anlayış, destek ve şefkat bekler insan. Ancak siz bunun yerine kardeşinizin üstten tavırları, annenizin söylemlerinin onun ağzıyla tekrar önünüze koyulması, ev içi işlerin “çalışmıyorsan sen yapmalısın” mantığıyla size yüklenmesi gibi yeniden yaralayıcı tutumlarla karşı karşıya kalmışsınız. Bu, kişinin çaresizlik, öfke, kırgınlık ve zaman zaman da değersizlik hislerini derinleştirir. Kardeşinizle olan ilişkinizde dikkat çeken birkaç psikolojik dinamik var:Sürekli üstten konuşma, küçümseme ve kıyaslama,Pasif dışlama (nedensiz susmalar, iletişimi kesme),Güç ve statü üzerinden üstünlük kurma (erkek arkadaşı, iş, evlilik planları, aile içinde “prenses” muamelesi görme),Ev içinde sorumlulukları size yıkma ve bunu “doğal bir görev” gibi sunma. Bunlar, sağlıklı bir kardeş ilişkisinden çok, içinde gizli bir rekabet, güç mücadelesi ve duygusal eşitsizlik barındıran bir ilişki örüntüsüne işaret ediyor. Siz “kıskanmıyorum” derken bile satır aralarında aslında ciddi bir incinmişlik, öfke ve adaletsizlik duygusu var. “Hayat ona bir ders versin” düşüncesi, çoğu zaman kişinin kendi yaşadığı haksızlığın yasını tutamayıp bunu dış dünyaya yönlendirmesinin bir ifadesidir. Bu sizi kötü bir insan yapmaz; bu, uzun süredir bastırılmış duygusal yaraların bir sonucudur. Ailenin kardeşinize daha ayrıcalıklı davranması, sizi ise daha çok yük taşıyan, “idare etmesi beklenen” konuma koyması, kardeşler arası ilişkideki gerilimi daha da derinleştiriyor. Bu tür aile yapılarında genellikle bir çocuk “güçlü olmak zorunda olan”, bir diğeri ise “korunan” rolüne yerleştirilir. Siz uzun süredir güçlü olan, idare eden ve susan rolde kalmış görünüyorsunuz. Fakat insan sürekli güçlü kalamaz; bir yerde yorgunluk, öfke ve kırgınlık mutlaka birikir. Şimdi gelelim “Ben ne yapmalıyım?” sorunuza. Burada öncelik, kardeşinizi değiştirmek değil; kendi ruhsal alanınızı koruyabilmek ve sınırlarınızı yeniden inşa edebilmek olmalı. Çünkü kardeşinizin tutumunun kısa vadede kökten değişmesi çok olası görünmüyor. Bu nedenle sizin yapılabilecekleriniz daha belirleyici:Duygularınızı netleştirin ve sahiplenin. Şu an hem öfke, hem kırgınlık, hem değersizlik, hem de umutsuzluk yaşıyorsunuz. Bunların hepsi son derece anlaşılır duygular. “Ben güçlü olmalıyım, takmamalıyım” diyerek bunları bastırdıkça, içsel yük daha da artar. Bu duyguları kendinize karşı dürüstçe kabul etmeniz çok önemli. Sınır koymayı öğrenmek bir zorunluluk haline gelmiş. Kardeşinizin üstten konuşmalarına, iğneleyici sözlerine ve sorumlulukları size yüklemesine karşı sessiz kalmanız, farkında olmadan bu döngüyü besliyor. Sınır koymak kavga etmek demek değildir. Örneğin:“Bu şekilde konuşulduğunda kendimi kötü hissediyorum, böyle devam ederse bu konuşmayı sürdürmek istemiyorum. ”“Evde herkes eşit sorumluluk almalı, ben tek başıma her şeyi yapmak zorunda değilim. ” gibi net, kısa ve suçlayıcı olmayan cümlelerle kendinizi ifade etmeniz gerekir. Karşı tarafın bunu kabul etmemesi sizin sınır koyma hakkınızı geçersiz kılmaz. Ailenizle olan rolünüz yeniden tanımlanmalı. Siz çalışmıyor olabilirsiniz; bu sizi evin hizmetkârı yapmaz. Çalışmamak, insanın değerini azaltmaz. Eğer mümkünse annenizle sakin bir zamanda, yumuşak ama net bir dille bu yükün sizi ne kadar yorduğunu konuşmanız çok kıymetli olabilir. “Ben şu an zaten psikolojik olarak zor bir süreçten geçiyorum ve evin tüm yükünün bana kalması beni daha da çökertiyor” demek bir hak talebidir, şikâyet değil. Kardeşinizle olan rekabet döngüsünden duygusal olarak çıkmanız gerekiyor. Onun hayatı, ilişkisi, erkek arkadaşı, evlilik hayalleri, ailesinden kaçışı… Bunların hiçbiri sizin değerinizin ölçütü değil. Siz şu an hayatta yeniden ayağa kalkmaya çalışan, yara alan ama hâlâ çabalayan bir konumdasınız. Bu, güçsüzlük değil; aksine büyük bir psikolojik dayanıklılık göstergesidir. Sosyal izolasyon ve eve kapanma hali mutlaka ele alınmalı. Uzun süre eve kapanmak, insanın kendine olan inancını daha da zayıflatır ve aile içindeki gerilimi daha katlanılmaz hâle getirir. Küçük de olsa dış dünya ile temas için adımlar (kısa yürüyüşler, tek bir arkadaşla görüşme, bir kurs, gönüllü bir etkinlik) ruhsal toparlanma süreciniz için çok koruyucu olacaktır. Kendinizi “yarış dışı” ilan etmeniz bir kaçış biçimi olabilir. “Ben yarışmıyorum, o kendini bir şey sansın” cümlesi size geçici bir üstünlük hissi veriyor olabilir; fakat uzun vadede sizi daha çok yalnızlaştırır. Asıl mesele yarışmak değil; kendi yolunuzu inşa edebilmek. Şu anki duraklama hali hayatınızın tamamı değil; yalnızca bir dönemi. Son olarak şunu özellikle söylemek isterim: Siz kötü bir döneme girdiğiniz için değersizleşmediniz. Kaybetmiş hissettiğiniz bu süreç, kimliğinizin çöküşü değil; yeniden yapılanmasının sancısıdır. Şu anki güçsüzlük hissi kalıcı değil, ama bu süreçte yalnız kalmanız ve sürekli eleştirilmeniz yarayı derinleştiriyor. Eğer imkanınız varsa, bireysel terapi süreci sizin için bu noktada son derece onarıcı olabilir. Hem aile içi rollerinizi, hem kardeşinizle olan ilişkinizi, hem de bu başarısızlık deneyiminin benlik algınızda açtığı yarayı daha sağlıklı bir zeminde çalışabilmeniz için güçlü bir alan sağlar. Şu anki en temel ihtiyacınız; kendinizi koruyacak sınırlar kurmak, yükün hepsini sırtlanmamak ve kendi hayatınızı yeniden adım adım inşa etmeye izin vermektir. Siz şu an hayatta “geride kalmış” biri değil; zor bir dönemin içinden geçmekte olan, ama hâlâ ayakta kalmaya çalışan birisiniz. Bu çok kıymetli bir noktadır. Uzman Klinik Psikolog Elif Kızılkaya
Merhaba Sevgili Danışan,Yaşadığınız sürecin sizde yarattığı yorgunluk, sıkışmışlık ve duygusal tükenmişlik hissi satır aralarınızdan oldukça net biçimde anlaşılıyor. Uzun süredir devam eden, ayrılık barışma döngüleriyle ilerleyen ilişkiler çoğu zaman kişide hem umut hem de tükenmişlik duygularını aynı anda barındırır. Siz de bir yandan sevildiğinizi bilirken, diğer yandan ilişkinin duygusal yükünü tek başınıza taşıyormuş gibi hissettiğinizi ifade ediyorsunuz. Bu ikili durum kişinin iç dünyasında ciddi bir çatışma yaratır ve zamanla duygusal olarak uzaklaşmaya, hatta sevginin tükenmiş gibi hissedilmesine yol açabilir. Bu, sizin güçsüzlüğünüzün değil; uzun süredir devam eden sağlıksız bir etkileşim döngüsünün doğal bir sonucudur. İlişkinizde sık tekrar eden “trip atma”, aşırı tepkiler, tavır koyma, suçlayıcı tutum, hatayı kabul etmeme, özürden kaçınma ve zaman zaman duygu sömürüsü olarak deneyimlediğiniz davranışlar; sağlıklı bir duygusal iletişimin önünde ciddi engellerdir. Bir ilişkide iki tarafın da duygu, ihtiyaç ve sınırlarının görülmesi; sorumluluk alınabilmesi ve onarıcı iletişimin kurulabilmesi gerekir. Siz rahatsızlığınızı ifade ettiğiniz halde bunun geçersiz kılınması ve tüm sorumluluğun size yüklenmesi, ilişkinin yük dengesini bozmuş görünüyor. Sürekli kendini savunan, karşı tarafın duygusunu görmeyen bir tutum zaman içinde karşı tarafta değersizlik, yalnız bırakılmışlık ve yetersizlik hislerini büyütür. Şu an yaşadığınız tükenmişlik ve soğuma da bu psikolojik yükle oldukça ilişkilidir. Burada dikkat çekici olan bir diğer nokta; partnerinizin sizi sevdiğini sürekli ifade etmesi fakat davranışlarının bu sevgiyle uyumlu bir güven ve duygusal güvenlik alanı yaratmamasıdır. Sevgi tek başına bir ilişkiyi sağlıklı kılmaya yetmez. Sevginin, saygı, sorumluluk alma, empati, sınır tanıma ve karşılıklılık ile desteklenmesi gerekir. Bir kişi sevdiğini söylerken, diğer yandan karşı tarafı sürekli suçladığında, hatasını kabul etmediğinde ve değişim için adım atmadığında, bu sevgi söylemde kalır; ilişkide onarıcı bir işlev göremez. Siz de tam olarak bu çelişkinin içinde kalmış görünüyorsunuz. Şu anda asıl önemli olan, “O değişir mi?” sorusundan çok, “Ben bu ilişki içinde nasıl hissediyorum ve bu hislerle ne yapacağım?” sorusuna odaklanabilmenizdir. Kendi ifadelerinizde uzun süredir yıprandığınızı, duygusal olarak tükendiğinizi ve sevginizin neredeyse bittiğini söylüyorsunuz. Bu, görmezden gelinmemesi gereken çok güçlü bir içsel sinyaldir. Duygusal tükenmişlik oluştuğunda kişi genellikle kendini suçlamaya meyillidir; ancak burada yaşadığınız şey, uzun süreli duygusal yüklenmenin doğal bir sonucudur. Bu noktada size birkaç temel psikolojik çerçeve sunmak isterim:Sınırlar: Sağlıklı ilişkilerde kişi, rahatsız olduğu davranışlara karşı net ve tutarlı sınırlar koyabilir. Siz rahatsızlığınızı dile getirmişsiniz ancak bu sınır karşı tarafta bir karşılık bulmamış. Sınır koymak, karşı tarafı kontrol etmeye çalışmak değil; “Ben bu koşullarda ilişkiyi sürdüremem” diyebilme cesaretidir. Sorumluluk Paylaşımı: Bir ilişkide sorunlar tek kişiden kaynaklanmaz. Sürekli tek tarafın suçlanması, zamanla ilişkide ciddi bir güç dengesizliği yaratır ve kişinin benlik saygısını zedeler. Değişim İradeye Bağlıdır: Bir kişi davranışlarının ilişkide yarattığı etkiyi görmüyor, sorumluluk almıyor ve buna rağmen “beni böyle kabul et” diyorsa, bu noktada değişimin dışarıdan zorlanması genellikle mümkün değildir. Sevgi ile Katlanma Arasındaki Fark: Birine sevgi beslemek, her davranışına katlanmak anlamına gelmez. Sevgi, kişinin kendini sürekli yok sayması pahasına sürdürülüyorsa, bu sağlıklı bir bağlanma değildir. Şu anda bir “çıkmaz” hissetmeniz çok anlaşılır. Çünkü bir yanda sevildiğinizi bilmenin yarattığı bağ, diğer yanda ise yıpranmışlığınız ve yük taşıma hissi var. Bu tür durumlarda kişi çoğu zaman “Gitmek mi daha doğru, kalmak mı?” ikilemine sıkışır. Burada net bir “kal” ya da “ayrıl” yanıtı vermek yerine, sizi kendi içsel ihtiyaçlarınıza yaklaştırmak daha sağlıklı olacaktır. Kendinize şu soruları dürüstçe sormanızı öneririm: – Bu ilişki böyle devam ederse, bir yıl sonra kendimi nasıl hissedeceğim? – Bu ilişkide kalmak mı, ayrılmak mı beni uzun vadede daha çok korur? – Şu an bu ilişkide kalmamın sebebi sevgi mi, alışkanlık mı, yalnız kalma korkusu mu? – Kendime gerçekten şefkatli davranıyor muyum?Eğer hala ilişkinin onarılabilir olduğuna dair içinizde bir umut varsa, açık ve net bir sınır konuşması yapılması çok kıymetlidir. “Ben bu ilişkiyi şu koşullar değişmezse sürdüremem” diyebilmek ve karşı taraftan yalnızca söz değil, somut davranış değişiklikleri görmek önemlidir. Gerekirse çift terapisi de bu noktada destekleyici olabilir. Ancak şunu net söylemek gerekir ki; değişim için iki tarafın da istekli olması gerekir. Tek tarafın çabası bir süre sonra tükenmişliğe dönüşür ki siz şu an bu noktaya çok yaklaşmış görünüyorsunuz. Eğer içinizdeki sevgi büyük ölçüde tükenmişse ve kendinizi bu ilişki içinde sürekli yorgun, suçlu, değersiz ve baskı altında hissediyorsanız; ayrılığı bir “yenilgi” değil, ruhsal sağlığınızı korumaya yönelik bir adım olarak da değerlendirebilirsiniz. Bazen bir ilişkiden çıkmak, kendinizi seçmenin bir yoludur. Son olarak şunu özellikle vurgulamak isterim: Bu süreçte yaşadıklarınız yalnızca “ilişki sorunu” değildir; aynı zamanda sizin özdeğeriniz, sınırlarınız, duygusal ihtiyaçlarınız ve kendinizle kurduğunuz ilişkiyle de doğrudan bağlantılıdır. Bu nedenle bireysel terapi süreci, hem bu ilişkiyi daha sağlıklı değerlendirebilmenize hem de benzer döngüleri ileride tekrar yaşamamanıza çok kıymetli katkılar sağlayabilir. Şu an yaşadığınız çıkmazdan bir anda net bir kararla çıkmak zorunda değilsiniz. Ancak kendinizi daha fazla duygusal olarak tüketmeden, kendi ihtiyaçlarınızı merkeze alan bir içsel değerlendirme yapmanız, bu sürecin en önemli adımı olacaktır. Burada önemli olan, “onu kaybetmemek” değil; kendinizi kaybetmeden bir ilişkide kalıp kalamayacağınızı dürüstçe görebilmektir. Uzman Klinik Psikolog Elif Kızılkaya