Yazılı psikolojik desteğin en ulaşılabilir hali
Psikolojik destek almak hiç bu kadar kolay olmamıştı.Psikologca’da yaşadığınız duygu, düşünce ve sorunlarla ilgili uzman psikologlara anonim olarak yazılı sorular sorabilir, onların detaylı yanıtlarını okuyarak kendinizi daha iyi anlayabilirsiniz.Yalnız değilsiniz, ilk adımı şimdi atın.
Kullanıcı Yorumları
Psikolog Destekleri
Merhaba Sevgili Danışan,Öncelikle içinde bulunduğun duygusal karmaşa ve yaşadığın hayal kırıklığı için seni anlıyorum. Birine kalbini açmak, duygularına karşılık bulmak ve bir gelecek hayali kurmak insanın iç dünyasında çok kıymetli süreçlerdir. Sen de bu süreçte iyi niyetinle ve açık bir yürekle ilerlemişsin, hatta karşındaki kişi başlangıçta ciddi bir niyetle sana yaklaşmış. Bu yüzden yaşanan geri çekilme hali ve sonrasında yaşadığın kırgınlık son derece anlaşılır. İlişki başlangıçlarında özellikle bir taraf yoğun ilgi gösterdiğinde ve diğer taraf daha temkinli kaldığında, bir denge arayışı oluşur. Senin örneğinde de görüldüğü gibi, ilk başta karşı tarafın ilgisi seni merak ettirmiş ancak sen ne zaman açıkça adım atmaya ve bağ kurmaya niyet etmişsin, o noktada kişi geri çekilmiş. Bu, ilişkisel psikolojide sıkça karşımıza çıkan bağlanma sistemlerinin çatışmasıyla ilgilidir. Kimi insanlar, karşı taraf yakınlaştığında bilinçsizce kaygılanır ve bu yakınlık onlar için tehdit oluşturabilir. Çünkü bir ilişkinin sorumluluğu, bağlılık, duygusal emek gibi kavramlar geçmiş deneyimlere dayalı olarak kişide endişe yaratabilir. Senin gibi ilişkide açık, net ve samimi olmaya çalışan biri, bu tarz kişiler için “fazla gerçek” olabilir ve bu gerçeklik bazen kaçmak isteği doğurur. “Biz adım atınca neden karşı taraf geri çekilir?” sorusunun altında yatan başka bir neden ise güç dengesinin değişmesidir. Başlangıçta peşinden koşmak bir motivasyon unsuru olabilir ancak sen ilgi gösterdiğinde bu motivasyon ortadan kalkar çünkü artık “başarıldığını” düşünür. Bu kişilerde çoğunlukla “ilişki, heyecanını sadece kovalamakta bulur” inancı vardır. Halbuki sağlıklı bir ilişkide iki tarafın da eşit düzeyde bağ kurmaya istekli olması gerekir. Burada senin sergilediğin açık iletişim ve samimiyet, karşındaki kişinin kendini sorgulamasına sebep olmuş olabilir. Kimi insanlar karşısındaki kişinin netliğiyle kendi belirsizliklerini aynalar. Bu da onların kaçmak istemesine neden olabilir. Ayrıca, senin özellikle “öncesinde orta yol arıyordu, sonra ‘ben böyleyim’ dedi” gözlemin çok kıymetli. Bu, karşındaki kişinin duygusal esnekliğinin sınırlı olduğuna işaret eder. İlişki dediğimiz şey karşılıklı uyum ve esneklik ister. Her iki bireyin de kendi sınırları, değerleri ve kırılganlıkları vardır. Ancak bir taraf, bu sınırları esnetmeye çalışmazsa ve değişime kapalıysa ilişki kaçınılmaz olarak tek taraflı bir çabaya dönüşür. Senin bunu fark edip konuşmayı bitirmen ise aslında kendi benliğine verdiğin sağlıklı bir sınırdır. “İlgilenmesi, değer görmem, gelecek hayali” gibi şeyler çok güzel olsa da, bu duygular ancak karşılıklı emek ve devamlılıkla sürdürülebilir. İlk başta gösterilen ilgi, uzun vadede yoksa ilişkisel boşluk yaratır. Kayıp duygusu yaşaman çok doğal. Çünkü bu kişiyle bir ihtimali, bir hayali, bir sıcaklığı paylaştın. Duygusal yatırımın vardı. Duygusal yatırımı olan şeylerin bitmesi, sadece kişiden değil, o kişiyle kurduğun gelecek hayalinden de vazgeçmeni gerektirir. Bu da yas sürecine benzer bir şekilde işler. İçinde hüzün, öfke, anlam arayışı gibi duygular oluşabilir. Kendine burada izin vermeni öneririm. Bir şeyin bitmesi, illa ki değersizdi anlamına gelmez. Ancak senin ihtiyaçlarınla karşı tarafın sınırları örtüşmüyorsa bu ilişki sürdürülebilir olmaktan çıkar. “Neden çabalamadı?” sorusu, içinde “ben değerli miydim?” sorgusunu barındırıyor olabilir. Burada tekrar altını çizmek isterim: Birinin senin için çabalamaması, senin değersiz olduğun anlamına gelmez. Bazen karşımızdaki kişi kendi içsel sınırlılıklarından dolayı çabalamayı bilmez, istemez ya da yapamaz. O kişinin içsel kapasitesi, senin sevgine, ilgine cevap verecek kadar güçlü olmayabilir. Bu onun duygusal olgunluğuyla ilgilidir, senin değerinle değil. Kendini bu tür durumlardan suçlu hissetmek yerine, hissettiğin değersizlik duygusunun nereden beslendiğini anlamaya çalışman faydalı olacaktır. Bu yaşadığın durum sana önemli bir farkındalık kazandırmış olabilir: Sen bir ilişkide netlik, samimiyet, duyarlılık ve ortak emek arayan birisin. Bu çok kıymetli. Artık bir sonraki ilişkinde nelere dikkat etmen gerektiğini, birinin ilgisinin devamlılığını sorgulaman gerektiğini biliyorsun. Sadece başlangıçta değil, ilişkinin her evresinde tutarlılık araman gerektiğini fark ettin. Kendine şunu da hatırlat: Bir ilişki ne kadar güzel başlarsa başlasın, sürdürülebilir olan tarafların davranış biçimleri ve duygusal uyumudur. Peki bundan sonra ne yapabilirsin? Öncelikle, kendine zaman tanı. Bu olayın sende yarattığı duyguları bastırmadan, yazıya dökerek, konuşarak veya farkındalık egzersizleriyle anlamlandırmaya çalış. Duygularını bastırmak yerine kabul etmeyi dene: “Evet, kırıldım. Evet, bu durum beni sarstı. ” Ancak bu yaşanan seni tanımlamıyor. Sadece bir deneyimdi ve sen bu deneyimle bir adım daha büyüdün. Bunun dışında, sınırlarını tanımlamak ve ilişkilerde neye evet neye hayır diyeceğini bilmek üzerine düşün. Bunu fark ettiğinde, karşındaki kişi seni istese de istemese de, sen kendin için doğru kişiyi seçmiş olursun. Son olarak, bu yaşadığın deneyimi kişisel başarısızlık olarak değil, bir öğrenme süreci olarak görebilir misin? Senin gibi açık, duyarlı, samimi ve emek veren biri için doğru zaman geldiğinde doğru kişi de mutlaka olacaktır. Şu an ihtiyacın olan, kendini suçlamadan, geçmişte olanı oluruna bırakmak ve gelecekte daha sağlıklı ilişkiler kurabilmek için kendi duygularını tanımaya devam etmek. Unutma, sen adım attığın için değil; karşı taraf hazır olmadığı için olmadı. Ama sen, bu adımları atan, sevgiye ve gerçek bağa açık biri olduğun için çok değerlisin. Hazır olduğunda, sana bu kırılmadan neler öğrendiğini, ne tür ilişkiler istediğini ve kendini nasıl destekleyebileceğini sorarak yeniden yola çıkabilirsin. Dilersen, bu süreci bir psikologtan destek alarak da daha sağlıklı bir şekilde atlatabilirsin. Umarım cevabım faydalı olmuştur. Değerlendirilmesini istediğiniz farklı bir soru veya aklınıza takılanları yeni bir soru oluşturarak bizlere iletebilirsiniz. Sevgiler,Psikolog Betül Canbel
Merhaba Sevgili Danışan,Öncelikle yaşadığınız bu yoğun ve karmaşık duyguları paylaşma cesaretiniz için sizi takdir ediyorum. Düğün gibi hayatınızda bir dönüm noktasına yaklaşırken iç dünyanızda böylesine çalkantılı düşüncelerle boğuşmanız, ne kadar yıpratıcı olsa da tamamen anlaşılabilir bir durum. Bunu yaşayan tek kişi olmadığınızı, özellikle büyük hayat değişimlerinin arifesinde birçok bireyin benzer duygularla mücadele ettiğini bilmenizi isterim. Sizin de ifade ettiğiniz gibi, dışarıdan bakıldığında her şey “yolunda” görünse bile, içsel olarak karamsar düşüncelerin ardı arkası kesilmeyebilir. Bu durum genellikle mükemmel giden şeylerin bir bedeli olacakmış gibi hissetmekten veya geçmişte yaşanmış bazı travmatik deneyimlerin tekrar etme korkusundan kaynaklanabilir. Belirttiğiniz kaygı türlerine baktığımızda, aslında geleceğe dair belirsizliklerle başa çıkma zorluğu dikkat çekiyor. “Ya sevdiklerime bir şey olursa?”, “Ya nişanlımın aklında başka biri varsa?” gibi düşünceler, sizin için güvenli olan bu ilişkide bile bir tehdit unsuru varmış gibi hissetmenize neden oluyor olabilir. Bu tarz düşünceler sıklıkla katastrofik düşünce (felaketleştirme) örnekleridir. Yani yaşanabilecek olumsuz senaryoları zihninizde büyütüyor ve bunların gerçekmiş gibi duygusal tepkiler veriyorsunuz. Bu düşünceler, yaşanması olasılığı çok düşük olsa bile zihninizin onları sürekli döndürmesiyle gerçekmiş gibi hissedilir hâle gelir. Bu da anın tadını çıkarmanıza engel olur, sevdiklerinizle kurduğunuz ilişkileri sorgulamanıza neden olur ve özgüveninize zarar verebilir. Düğün, evlilik gibi yaşam olayları yeni roller, sorumluluklar ve kimlik değişiklikleri getirdiğinden, bilinçdışında bir kontrol kaybı algısı oluşturabilir. Belki de bu nedenle her şeyi kontrol altında tutmaya çalışıyor, bir tehlike ihtimalini önceden düşünerek olası duygusal zararları azaltmaya çalışıyorsunuz. Ancak zihninizde kurduğunuz bu senaryolar, sizi korumak yerine daha çok yoruyor ve tükenmiş hissettiriyor. Düşünsenize, mutlu bir ânınızda bile “Bu mutluluk fazla sürdü, başıma kötü bir şey gelecek” hissiyle boğuşuyorsunuz. Bu, zihnin kendini sürekli tetikte tutması demektir ve uzun vadede psikolojik yorgunluk yaratabilir. Bu tür düşünce örüntülerini çözümlemenin ilk adımı, düşüncenin gerçeği mi yoksa zihinsel bir kurgu mu olduğunu fark etmektir. Örneğin, “Nişanlımın aklında başka biri olabilir” düşüncesi, tek başına bir gerçeklik ifade etmez. Eğer bu düşünceyi bir kanıta değil, sadece içsel bir kaygıya dayandırıyorsanız, onun sizi yönlendirmesine izin vermek yerine sorgulamanız gerekebilir. Bu noktada bilişsel yeniden yapılandırma dediğimiz teknik devreye girer. Bir düşünce geldiğinde şu soruları sormayı deneyin:Bu düşünceye dair elimde somut bir kanıt var mı?Bu düşünceyi arkadaşım düşünseydi ona ne derdim?Bu düşünce bana şu anda nasıl hissettiriyor?Bu düşünceyi biraz daha gerçekçi ve işlevsel bir cümleye nasıl çevirebilirim?Bununla birlikte, zihninizde “bir şeyler kötü gitmeli” algısını yıkmak için bilinçli olarak “her şey yolunda olduğunda da mutlu olmayı hak ediyorum” gibi olumlu telkinleri tekrarlayabilirsiniz. Çünkü bazı bireylerde içselleştirilmiş olumsuz yaşam şemaları nedeniyle “mutluluğu hak etmediğini düşünme” eğilimi oluşur. Bu da mutlu anlarda bile huzursuzluk hissetmenize neden olabilir. Özellikle çocukluk döneminde sevgi ve güven duyguları koşullu olarak verilmişse (örneğin, “iyi olursan severim, başarılı olursan kabul ederim” gibi mesajlarla büyümüşseniz), mutlu anlarda bile kendinizi suçlu hissedebilirsiniz. Bu duygulara şefkatle yaklaşmak ve bu içsel sesin sizin küçüklüğünüzde gelişmiş bir savunma biçimi olduğunu fark etmek önemlidir. Ayrıca, ölüm korkusu ve sevdiklerini kaybetme düşünceleri de sık karşılaştığımız bir temadır. Özellikle sınırda ya da yüksek kaygı düzeyine sahip bireylerde bu tür düşünceler tekrar tekrar zihne gelir. Bununla baş edebilmek için anda kalmayı destekleyen mindfulness (bilinçli farkındalık) egzersizleri faydalı olabilir. Nefesinize odaklanmak, beden duyumlarını fark etmek, gözlemci bir bakış açısıyla düşüncelerinizi not etmek gibi teknikler, bu tarz düşüncelerin üzerinizdeki etkisini azaltabilir. Eğer bu düşünce kalıpları günlük yaşamınızı, ilişkilerinizi ve duygusal sağlığınızı olumsuz etkilemeye devam ediyorsa bir psikologtan bireysel psikolojik destek almanız çok faydalı olacaktır. Çünkü zihinsel süreçlerinizin kökeni, erken dönem yaşantılarla ilişkili olabilir ve bunlar üzerine terapötik bir süreçte çalışmak daha kalıcı bir rahatlama sağlayabilir. Bu tür durumlarda özellikle bilişsel davranışçı terapi veya şema terapi yaklaşımları oldukça etkili sonuçlar verir. Şunu da unutmayın: Karamsar düşünceleriniz, sizin kötü bir insan olduğunuz anlamına gelmez. Kaygılı olmanız, mutlu olmayı hak etmediğiniz anlamına gelmez. İnsan zihni bazen en güzel anlarda bile felaket senaryoları yazar çünkü hayatta kontrol edemediğimiz çok şey vardır ve bu bizi güvende hissettirmez. Ama önemli olan, bu düşüncelerle nasıl başa çıktığınız ve kendinize nasıl bir tutumla yaklaştığınızdır. Unutmayın, düşünceleriniz gerçek değildir, sadece düşüncedir. Bu süreçte kendinize şefkatli davranmaya, duygularınızı bastırmak yerine anlamlandırmaya ve olumsuz düşünceler geldiğinde onların sizi ele geçirmesine izin vermemeye çalışın. “Bu düşünce şu an zihnime geliyor ama bu onun doğru olduğu anlamına gelmez” diyerek bir adım geri çekilin. Kendinize sık sık şunu hatırlatın: “Ben bu hayatı güzel yaşamayı hak ediyorum. Her şeyin iyi gitmesinden korkmak yerine, tadını çıkarmayı öğrenebilirim. ”Siz bu dönemde kendinize iyi gelmek için neler yapıyorsunuz? Umarım cevabım faydalı olmuştur. Değerlendirilmesini istediğiniz farklı bir soru veya aklınıza takılanları yeni bir soru oluşturarak bizlere iletebilirsiniz. Sevgiler,Psikolog Betül Canbel
Merhabalar,Öncelikle içinde bulunduğunuz bu hassas dönemi, çocuğunuzun tırnak yeme davranışını, kendi kaygılarınızı anlamlandırıp çözüm bulmak adına burada paylaşma cesareti göstermenizin çok kıymetli bir adım olduğunu belirtmek isterim. Cümlelerinizden çocuğunuzun tırnak yeme davranışından kendinizi sorumlu tuttuğunuzu görüyorum. Sevgili danışan ebeveynlik inişli çıkışlı bir yoldur ve tırnak yeme davranışını gelişim yolculuğunda birçok çocuk gösterebilir. Burada önemli olan ebeveynlerin erken farkındalık ve bilinçli yaklaşımdır. Bu noktada çocuğunuzun gelişimi için attığınız bu adım sonrası neler yapabileceğinize birlikte bakalım isterim. Tırnak yeme davranışı genellikle stres, kaygı veya bir alışkanlık biçiminde başlar. Sizin de belirttiğiniz gibi ebeveynleri taklit etme sonrası gerçekleşebilir. Bu noktada kaygılı haliniz, emzirmenin bırakılması süreci gibi durumlar çocuğunuzu bedenini kontrol etme, zorlayıcı duygularla baş etme, rahatlama gibi sebeplerle tırnak yemeye yönelmesine sebep olmuş olabilir. Ancak kaygılanmamanızı rica edeceğim çünkü bu davranışı söndürmek mümkün. Sevgili danışan çocuğunuz sizi örnek almış olabilir ama bu, kötü bir ebeveyn olduğunuz anlamına gelmez. Aksine, onun neye ihtiyacı olduğunu görmeniz ve bunu düzeltmeye çalışmanız, çok iyi bir ebeveyn olduğunuzun göstergesi. Peki ne yapabilirsiniz?İlk olarak çocuğunuz tırnak yediğinde yapma, yeme gibi ifadeler ile davranışı bastırma yerine "Galiba biraz tedirginsin, parmaklarınla oynuyorsun. ” gibi yansıtıcı bir dil kullanmanızı isteyeceğim. Çünkü yapma dediğinizde davranışın tekrarlanma olasılığı artar ve olumsuz tepkiyle bu davranış pekişmiş olur. İkinci olarak tırnak yeme yerine geçebilecek rahatlatıcı oyunlar ve oyuncaklar koymanızı önereceğim. Bu stres topu, dokulu oyuncaklar, minik hamurlar gibi şeylerle elleri meşgul etmek olabilir. Ya da parmak oyunu, boyama, yapboz gibi odak ve rahatlatma etkinliklerini artırmak olabilir. Bu süreçte çocuğunuza sarılarak, okşayarak, masaj gibi fiziksel temasla da duygu regülasyonuna destek sağlayabilirsiniz. Üçüncü olarak emzirmeyi bırakma konusuna değinmek istiyorum. Oğlunuzun meme istemesi ve zaman zaman ağlamaları, aslında onun için yeni bir dönemi kabullenmeye çalışmasının izdüşümü. Sabır gösterdiğiniz, alternatifler sunduğunuz ve anlatmaya devam ederek adım adım güvende hissetmesini sağlıyorsunuz. "Artık büyüdün. " iyi bir mesaj olabilir ancak doğduğundan beri sürekli temas kurduğu bir nesneden ayrılmak bebekler için zordur. Bu noktada bıraktığı şeyin yasını tutma şansı olması sağlıklı ayrışma sürecini sağlayabilir. Örneğin “Artık büyüdün. O zaman seninle özel bir yastık boyayalım, adına büyüme yastığı diyelim. ” gibi bir ritüel, geçişi kolaylaştırabilir. Son olarak kendiniz için de küçük molalar, nefesler oluşturmayı unutmamanızı ve bu süreçte bizlere her zaman yazabileceğinizi eklemek isterim. Cevabımın faydalı olmasını umuyor, sağlıklı günler diliyorum. Psikolog Fatma Gizem Bitgen
Psikolog Ekibimiz
Betül Canbel
Psikolog
Aslı Soylu
Uzman Klinik Psikolog
Elif Kızılkaya
Uzman Klinik Psikolog
İrem Gülsün Zengin
Psikolog
Gönül Tanır Durmaz
Uzman Psikolog
Fatma Gizem Bitgen
Psikolog
Melisa Sude KAV
Psikolog
İrem Aşıkkutlu
Klinik Psikolog
İrem Bor
Psikolog
Nuray Halaç
Psikolog
Şimal Aleyna Hız
Psikolog
Berrak Kibaroğlu
Psikolog
M. Çağla Karataş
Psikolog
Melek Mine Namlı
Psikolog
Psikoloğa neden yazılı soru sormalıyım?
Yazılı olarak soru sormak, kullanıcıların kimliklerini gizli tutmalarına olanak tanır. Bu, özellikle hassas veya kişisel konuları paylaşırken, bireylerin kendilerini daha rahat hissetmelerine yardımcı olabilir.
Yazılı iletişim, kullanıcıların düşüncelerini ve duygularını ifade etmeden önce düşünmek için zamanları olduğu anlamına gelir. Bu, karmaşık veya derin konuları ele alırken, duygularını ve düşüncelerini daha net bir şekilde ifade etmelerine yardımcı olabilir.
Yazılı sorular, kullanıcıların herhangi bir yerden ve herhangi bir zamanda psikolojik destek arayabilmesi için büyük bir esneklik sunar. Bu, yoğun çalışma saatleri olan veya uzak bölgelerde yaşayan kişiler için özellikle yararlı olabilir.
Yüz yüze danışmanlık, bazı kullanıcılar için yüksek stresli olabilir. Yazılı olarak soru sormak, bu tür bir baskı olmadan, kendi hızlarında ilerlemelerine izin verir.
Herkes rahatlıkla konuşma seanslarına katılabilecek bir durumda olmayabilir; engelli bireyler, dil bariyeri olanlar veya konuşma bozukluğu yaşayanlar için yazılı soru sormak daha erişilebilir bir alternatif sunabilir.
Psikologlar, yazılı sorulara verilen cevapları hazırlarken daha fazla kaynak ve bilgiye başvurabilir, böylece daha detaylı ve kapsamlı geri dönüşler sunabilirler.
Yazılı olarak soru sormak, bireylerin kendi düşüncelerini ve duygularını derinlemesine keşfetmelerine ve ifade etmelerine yardımcı olur. Bu süreç, kendi kendine farkındalık ve kişisel büyüme için değerli bir fırsat sunabilir.
Kullanıcılar, günün herhangi bir saatinde, kendi uygun oldukları zaman diliminde sorularını yazabilirler. Bu, özellikle zaman kısıtlaması olan veya değişken programlara sahip bireyler için önemli bir avantajdır.